Right Wing Extremist Movements

Εργασία Εαρινού Εξαμήνου 2025 Η Άκρα Δεξιά στην Ελλάδα: από τη δεκαετία του ΄60 μέχρι σήμερα (11Μ321) Σίμος Χαρίλαος (Α.Μ.: 01251124m048) Φυσιολατρία ή ρομαντικοποίηση του φασισμού; Το παράδειγμα της CasaPound Italia (CPI) Λέξεις: 4.510 (εκ των οποίων 368 λέξεις: λεζάντες και υποσημειώσεις) Περιεχόμενα Εισαγωγή…………………………………………………………………………………………..3 Μέρος Α' : Πλαισίωση εργασίας Α) Θεωρητικό/μεθοδολογικό πλαίσιο ……………………………………………..4 Β) Ο εξέχων ρόλος της οπτικής ανάλυσης …………………………………………5 Γ) Η δομή του σύγχρονου ιταλικού φασισμού …………………………………..6 Δ) Casa Pound, ιστορικός φασισμός και φύση……………………………….……7 Μέρος Β' : Ανάλυση υλικού Α) H φύση ως πεδίο συλλογικοποίησης, σκληραγώγησης και απόδοσης φόρου τιμής …..……………………………………………………………………………….... 9 Β) Η φύση ως «εργαλείο» μνήμης και ηρωοποίησης …………………..…….12 Γ) H φύση ως πνευματική-συμβολική αναφορά………………………………….14 Συμπεράσματα………………………………………………………………………………..….

Sınıraşan kitlesel göç ve radikalleşme ilişkisi akademik çevrelerde ve siyaset alanında artan bir şekilde dikkat çeken bir alan hâline gelmiştir. Bu ilişki göçün yönetilmesi ve sosyal uyum çabalarının geliştirilmesini özellikle
yoğun göç akımlarından nasibini alan ülkeler için zorunlu hâle getirmektedir. Öte yandan, bu çalışma, göçün radikalleşmeye yol açabileceği gibi doğrusal ve zorunlu bir ilişkinin kabulünden değil, yönetilemediği takdirde potansiyel riskler barındırdığı varsayımı üzerine kurgulanmıştır. Nihayetinde çalışmanın amacı, potansiyel risklerin nasıl yönetilebileceğini kuramsal bir çerçeve, saha uygulamaları ve örnekleriyle birlikte ortaya çıkarmaktır. Bu çalışmada karşılaştırmalı vaka çalışması yöntemi kullanılarak Kanada ve Almanya örnekleri incelenmiş ve çalışmanın konusu bağlamında benzerlik ve farklılıklar ortaya çıkarılmaya çalışılmıştır. Bu örnekler, farklı kıtalarda bulunmaları, farklı göç grupları ve farklı yönetim felsefeleriyle tartışmanın derinliğini sağlamak amacıyla çalışmaya dahil edilmiştir. Göç ve radikalleşme ilişkisinin yönetilmesi kapsamında, merkezi politika ve yerel uygulamalar ile risk gruplarına yönelik alternatif çözümler üretilmesi ve bu süreçte aktör çeşitliliğinin artırılması ön plana çıkmaktadır. Başka bir deyişle, öncelikler listesinin başında her durumda uygulanabilir tek bir politika ve programdan ziyade radikalleşme süreçlerine yönelik yerel ihtiyaçlara odaklanan farklı programların geliştirilmesi, bunların devlet tarafından dengeli ve istikrarlı biçimde finanse edilmesi, radikalleşmeyle mücadelede sivil toplumun katılım ve desteğinin sağlanması, sahadan doğru verilerin toplanması ve sonuçların bilimsel yöntemlerle ölçülmesi gibi unsurlar yer almaktadır.

Twenty years ago (on May 12, 2005) I published an article in "Eleftherotypia" entitled "American Society and the Day of Judgment". Although the current upheaval emanating from the United States and the upheavals that have occurred in the meantime in the established international order lead some to conclude that "Judgment Day" has already come as "Liberation Day", a term used by President Trump to announce his tariff storm, I thought to remind the readers of "EFSYN." some of the ideas I had expressed at the time and may remain relevant.

Since a number of terrorist attacks demonstrated the extremely destructive potential of violent radicalisation of far-right in recent years, a new wave of discussions on the dynamics and the threats posed by this phenomenon has emerged. Taking the increase in attacks and hate speeches against vulnerable groups (Muslims, Roma, immigrants, refugees etc) into account, there are legitimate concerns over an emerging widespread and deep-rooted tendency in Europe, which is more intolerant, exclusive and normalises violent extremism. Furthermore, newly emerging tendencies in European political context such as the rise of nativist nationalism and the development of hostile public discourses against immigrants brought the ideas into the mainstream discussion, which had been traditionally attributed to far-right. Along with the rise of non-violent farright politics, concerns are growing over potential far-right violence that would be committed either by organised movements, unofficial networks or individuals. Despite this background, the phenomena of violent extremism and radicalisation are predominantly analysed within the framework of religion-based formations, and far-right is mostly excluded from those analyses.

The current paper aims to examine Wyndham Lewis's provocative work entitled Left Wings Over Europe: Or, How to Make a War About Nothing (1936), through the lens of fascist politics and literary criticism. Not only does this paper analyze the prewar hysteria prevalent in England at the time, but also emphasizes the importance of understanding the true nature of fascism and argues that efforts to achieve widespread recognition of this reality could prevent the World War II. In Left Wings Over Europe, Lewis portrays leftist ideologies as immobilizing forces responsible for initiating high political tension and navigating Europe toward gratuitous violence. The paper explains the ideological clashes and internal divisions among leftist groups, raising questions about the substance and effectiveness of their agendas through the dual lenses of fascist politics and literary criticism to accentuate how Lewis exploits the potentiality of literary form and rhetorical strategies to endorse his political ideology. It will also demonstrate that the discursive representation of a fascist model of authoritarian leadership and political opposition groups are inextricably bound up with each other to promote the values nationalism, the continuity and stability, and political preservation.

This introduction serves to provide an all too brief overview of the history of fascism alongside different ways it has been understood and defined. My aim is to note the lack of consensus surrounding a definition, indicating instead that we ought to look for various attributes and instances of fascistic events and movements. In introducing the contributions in this volume, I seek to highlight not merely their scholastic value but the role they can play in helping us make sense of the fascist phenomenon.

Bu makalenin ana amaci, son yillarda kuresellesme sureci ile giderek hiz kazanan ve gunumuzde pek cok ulke icin ciddi tehdit durumuna gelmis, Yakin ve Orta Dogu temelli yasanan asiriciligin kaynaklari uzerinden sosyolojik bir analiz yapmaktir. Amaca ulasmak icin, oncelikle Soguk Savas ve sonrasi donemdeki politik olusum ve degisimlere yer verilmistir. Daha sonra, cogunlukla, Yakin ve Or-tadogu ulkelerinde gorulen genc nufus uzerinden, asiriciligin kaynaklarina dair bir degerlendirme ya-pilmistir. Son olarak, gunumuzde yasanmakta olan asiriciligin olusmasinda Vahabi Selefizmin yeri ve etkisi degerlendirilmis ve buradan hareketle basta Amerika Birlesik Devletleri olmak uzere, ozellikle Avrupa Birliginin asiricilik karsisindaki durus, tepki ve mucadeleleri tartisilmistir. Calismada, kuresel guclerin, asiriciligin ortaya cikisi ve varligini korumasinda onemli katkilarda bulunduklari sonucuna ulasilmistir.

Bir süredir özellikle Avrupa’nın gündemini meşgul eden göçmen-mülteci meselesi Suriye Savaşı’ndan
sonra daha geniş bir coğrafyanın sorunu haline geldi. Bu durumun, ilk elden sonucu dışlayıcı politik bir dil
üzerinden (yabancı düşmanı) gücünü konsolide eden politik aktörlerin toplumsal ve siyasi etkilerini arttırmış
olmalarıdır. Bu bağlamda göçmen karşıtlığını temel mesele haline getiren aşırı sağ aktörlerin daha fazla görünür
olduğu, seslerini daha gür çıkarttığı ve iktidar politikalarını etkilemeye başladıkları bir konjonktürden
bahsedilebilir. Uzun bir süredir aşırı sağ aktörlere ev sahipliği yapan Fransa ve ülkedeki yabancıların
(mültecilerin) ilk kez politik bir meseleye dönüşmeye başladığı Türkiye, bu çerçevede önemli iki ülke
konumundadır. Bu çalışmada Reconquête ve Zafer Partisi, özellikle göçmen meselesine yaklaşımları üzerinden
karşılaştırmalı olarak tartışılacaktır. Bu çalışma, aralarındaki bazı farklılıklara rağmen, Reconquête ve Zafer
Partisi’nin Fransa ve Türkiye’deki ekonomik, toplumsal ve siyasal birçok sorunun kaynağı olarak göçmenleri
gördüğünün ve böylece onları “günah keçisi” haline getirdiğinin altını çizmektedir.

Bu makalenin amacı, Avrupa’da son zamanlarda artış gösteren İslamofobi ve Anti-İslamizm bağlamında Müslümanlara yönelik İslam karşıtı söylemlerin Norveç toplumundaki yansımalarını analiz etmektir. Bu çerçevede çalışmada, yakın tarihsel zemin dikkate alınarak önce Norveç’te ifade ve din özgürlüğü konusu ele alınmış, akabinde İslam’ın nasıl algılandığı ortaya konmaya çalışılmıştır. Daha sonra İslamofobi’nin genel perspektiften tarihsel gelişimi üzerinde durularak, Norveç’te ırkçı ve dışlayıcıcı İslam karşıtı söylemler ve bunları besleyen sosyo-politik unsurlara dikkat çekilmiştir. Bu söylemler ile Norveç toplumunu derinden etkileyen “2006 Karikatür Krizi” ve “2011 Berwick Terör Saldırısı” gibi iki önemli olay arasındaki bağlantılar üzerinde durulmuş, her bir olayın Norveç toplumundaki etkileri ve Müslümanlara yönelik yansımaları incelenmiştir.

In this article, we attempt to explain varying patterns of centre—right success between 1990 and 2006 in three post-communist states — Hungary, Poland and the Czech Republic. Success is understood as the ability to construct broad and durable parties. Both macro-institutional explanations, focusing on executive structures and electoral systems, and historical—structural explanations, stressing communist regime legacies, have limited power to explain the observed variance. The introduction of a more sophisticated framework of path dependence, stressing the role of choices and political crafting at critical junctures, adds some insight, but the lack of strong `lock-in' mechanisms required by such approaches makes such a model unconvincing when applied to Central and Eastern European centre—right party development. Other explanations that stress the importance of elite characteristics and capacity are needed to supplement the shortcomings of these approaches, in particular: (a) the...

The present study discusses the action of burning the Holy Quran in Malmö, Sweden, by the Danish far-right politician Rasmus Paludan, in more than 300 points in Denmark, Sweden and Norway, especially in terms of evolving into social events that turned into riots and fueled Islamophobic debates. The purpose of the study will be to understand the discussion universe formed by the acceptance of the Swedish State in an Islamophobic and racist act, such as the burning of the holy book by Paludan, with a high incitement and humiliating power. In the present study, which has a qualitative design, books, articles and newspapers on the subject were examined by using the document analysis method. As a result, since the motto of unlimited freedom of expression of the Scandinavian model gives the right to swear at far-right politicians, especially insulting religion, the Muslim society living in Europe has become the target of politicians with a kind of state policy armor, making them increasingly sensitive and vulnerable in the position of hate objects. In this regard, there is a need to redefine where the limits of freedom of thought must end.

Radikalleşme ile mücadelede istihbarat örgütlerinin rolü ve çalışma alanı tartışmalı bir konudur. Özellikle siyasal gerekçelerle radikalleşme ve terör kavramlarına vurgu yapılması, toplum içerisinde istihbaratın muhalifleri bastırmaya yönelik bir aygıt olarak kullanıldığı algısına neden olacaktır. Öte yandan istihbaratın imkân ve kabiliyetlerine başvurulmadan radikalleşme ile mücadele edilmesinin mümkün olamayacağı değerlendirilmektedir. İstihbarat, radikalleşme ile mücadelede uygulanan programların kapsadığı önleme, baskı ve müdahale araçlarının her birinde etkin bir fonksiyona sahip olmalıdır. Çalışma, otoriteler tarafından nispeten başarılı bir uygulama olarak değerlendirilen Danimarka Modeline istihbarat örgütlerinin iştirakini ve bu programlardaki işlevini inceleyecektir.

Aşırılıkçılık ve radikalizm terimleri günlük hayatta ve bilimsel literatürde birbirinin yerine kullanılan iki terim olarak önümüze çıkmaktadır (Moskalenko ve McCauley, 2009). Bu eşdeğer kullanım, popülizmin egemen olduğu (popülist Zeitgeist, Mudde, 2004) ve sosyal,
ekonomik ve politik olguları kavramsallaştırma ve anlamada Kartezyen ikili bir anlayışın hâkim olduğu bir çağda şaşırtıcı değildir. Bilimsel düşünce de bu indirgemeci eğilimden payını almaktadır. Güncel bulgular, bilimsel araştırmaların ortaya çıkardığı gerçeklerin de ötesinde, politika yapıcıların, gazetecilerin ve halkın da bu terimleri çeşitli sosyal ve psikolojik olayları etiketlemek için oldukça esnek ve değiştirilebilir bir şekilde kullandığını
göstermektedir.

Se exploran dos casos de intervención directa de Adolf Eichmann en la deportación de judíos con ciudadanía argentina. Se trata de Gershon Willner, argentino naturalizado, y Hans-Peter Mayerhoff, un judío alemán que, con la complicidad de la Embajada de Argentina en Berlín, intentó alegar ante las autoridades alemanas ser ciudadano argentino. Ambos casos fueron empleados por la Fiscalía para fundar la acusación contra Adolf Eichmann durante su juicio en Jerusalén en 1961. Sus casos tuvieron cierta repercusión en la prensa y publicaciones en Argentina contemporáneas al proceso judicial.
Se fundamenta por qué es incorrecta la noción de un supuesto abandono de argentinos en el exterior por parte de la diplomacia argentina durante el Holocausto. A continuación, se señala cómo y cuándo se originó esta reconfiguración del pasado, al punto que los hechos hoy se evocan en un sentido diametralmente opuesto a cómo sucedieron.

El 5 de febrero de 1955 en una colina de Jerusalén el gobierno de Israel inauguró un bosque que llevo por nombre Presidente Perón. Esta foto genera de inmediato varios interrogantes. ¿ Como, Peron no era un fascista de simpatías nazis, y recibió un homenaje en Israel?. ¿El peronismo no esta alineado afectiva e ideológicamente tras la causa Palestina? Quienes leen la historia y la política de forma binaria: buenos y malos, blanco o negro y no hacen el esfuerzo de visualizar los contextos y la hermenéutica de cada momento histórico, difícilmente puedan encontrar interpretaciones y respuestas, para la realidad humana que es siempre compleja. Creación del Estado de Israel en Palestina Hoy, en nuestro pais esta instalado el debate sobre los derechos de los pueblos originarios. Los judíos reclamaban sus derechos originarios, por haber sido expulsados de su tierra Jerusalén, por primera vez en el año 722 A.C., o sea hace 2600 años. Judíos y árabes convivían desde siempre en Palestina. Al finalizar la Segunda Guerra Mundial, con los ecos del Holocausto, se acentuó la migración judía hacia ese territorio, que estaba bajo control británico. En noviembre de 1947, las Naciones Unidas votaron una resolución aprobando la partición de Palestina en dos estados uno árabe y otro judío. Al día siguiente de esta votación se desato una guerra entre ambas comunidades que perdura hasta hoy.

In the United States, right-wing populism is a major factor in national politics, as evidenced by the election of Donald Trump as President of the United States in 2015. Right-wing populism is defined by an appeal to 'people' (usually white, heterosexual Christians) to rebelagainst both liberal 'elites' from above and 'subversives' and 'parasites' from belowby engaging in a hardline brand of conservative politics. There are a variety of right-wing populist political currents in the U.S. One of the most visible is the contemporary 'Patriot' movement, which is the successor to the Armed Citizens Militia movement which swept the across the nation in the 1990s. Today, the core Patriot movement groups are united by an interpretation of the Constitution that derides federal power (especially regarding environmental regulations, public lands, and progressive taxation) and advocates for a radical brand of right-wing decentralization. This opposition to federal government policies is framed in a way that inflames preexisting White, Christian nationalism (including anti-immigrant xenophobia and Islamophobia), as well as Christian Right support for patriarchy and opposition to LGBTQ rights.

In the United States, right-wing populism is a major factor in national politics, as evidenced by the election of Donald Trump as President of the United States in 2015. Right-wing populism is defined by an appeal to 'people' (usually white, heterosexual Christians) to rebelagainst both liberal 'elites' from above and 'subversives' and 'parasites' from belowby engaging in a hardline brand of conservative politics. There are a variety of right-wing populist political currents in the U.S. One of the most visible is the contemporary 'Patriot' movement, which is the successor to the Armed Citizens Militia movement which swept the across the nation in the 1990s. Today, the core Patriot movement groups are united by an interpretation of the Constitution that derides federal power (especially regarding environmental regulations, public lands, and progressive taxation) and advocates for a radical brand of right-wing decentralization. This opposition to federal government policies is framed in a way that inflames preexisting White, Christian nationalism (including anti-immigrant xenophobia and Islamophobia), as well as Christian Right support for patriarchy and opposition to LGBTQ rights.

Proje, şiddete varan aşırıcılıkla mücadelede en iyi uluslararası pratikleri göz önünde bulundurarak, özellikle siber uzayda çevrimiçi radikalleşmeyi besleyen aşırıcı terör örgütlerin mesajlarıyla mücadeleyi hedef alan örnekleri öncelemiştir. Proje kapsamında “Gençten Gence-P2P”, “Radikalleşme ve Gençlik Webinar Serisi” ve “Görsel İçerik Yarışması” etkinlikleri icra edilmiş ve bu etkinlikler uzantısında iki farklı yarışma düzenlenmiştir. Gerçekleştirilmiş olan etkinliklerde görsel içerikler ve küçük çaplı projeler geliştirilmesi sağlanmıştır. Söz konusu içerikler ve projelerle, genç kitlelerin şiddete varan aşırıcılıkla mücadeleyi daha iyi anlamlandırıp aşırıcılığa karşı tavır almaları ve bu duruşun yaygınlaştırılmasında nasıl daha aktif rol alabileceklerine ilişkin düşünmelerinin sağlanması hedeflenmiştir.

The civil war in Syria, which started in 2011, took a completely different dimension in 2014, when the DAEŞ terrorist organization declared the Caliphate. The wars of Syria and Iraq, where many big and small actors were on the scene, have created new threats both in the region and in the European Union as they continue to sweep under the name of the struggle against terrorism. It is foreseen that the DAEŞ will continue its efforts to realize its goals of reorganizing and disseminating the ideology and spreading the caliphate by different methods after it has lost its territory. In this situation, European countries are also facing the threat posed by current radical groups and returning foreign terrorist fighters. The study includes the ways used by the terrorist organization to evolve and adapt to new conditions, the potential risks/ threats of foreign terrorist fighters in the EU countries and the institutional measures taken by the EU.

Hundra år av radikal nationalism Markus Lundström & Tomas Lundström sammandrag: Markus Lundström och Tomas Lundströms artikel analyserar vad författarna benämner som "radikal nationalism" i Sverige mellan 1915-2015. Utifrån tidigare forskning sammanställs en historisk översikt över de aktörer vars politiska projekt tar sin utgångspunkt i nationalismens själva rot: att knyta en nedärvd folkgemenskap till en specifik plats. Till skillnad från tidigare konceptualiseringar av denna politiska miljö utgår "radikal nationalism" från aktörernas egen idévärld, och genom att betona aktörernas gemensamma ideologiska drag framträder en bild av ett historiskt föränderligt flätverk där olika aktörer skapas och splittras, interagerar, förgrenas och återuppstår. Författarna identifierar tre olika idéströmningar som präglar miljön och som under hundra år av radikal nationalism korsat varandras färdriktning. Medan den rasorienterade och socialkonservativa nationalismen historiskt sett stått i konflikt med varandra, tycks den identitära idéströmningen på senare tid ha skapat nya kontaktytor aktörerna emellan. Artikelns historisering av svensk radikal nationalism föreslår, med andra ord, en analysram för att studera dessa aktörer, och för att begripliggöra nationalistisk radikalisering i Sverige. nyckelord: radikal nationalism; högerextremism; fascism; rasism; socialkonservatism; den identitära rörelsen. publiceringshistorik: Originalpublicering. markus lundström är doktorand i ekonomisk historia vid Stockholms universitet.

On nazi presence in Chile Rossana Cassigoli* Resumen Este artículo pone en relieve algunos vínculos fidedignos concebibles entre tres fenómenos históricos. Primero, la notable influencia alemana en las instituciones y vida pública de Chile desde el siglo XIX. Segundo, el fenómeno concreto del nazismo criollo en las décadas los treinta y los cuarenta del siglo XX. Tercero, las prácticas de exterminio cometidas por los aparatos de la dictadura, entre 1973 y 1988. Particularmente, el artículo se pregunta acerca de las bases sobre las cuales estos tres acontecimientos se entrelazan, teniendo como culminación trágica los crímenes de Colonia Dignidad durante la dictadura. En este enclave alemán del sur de Chile se habían desarrollado prácticas aberrantes en periodos previos. En las décadas de los 70' y 80', el lugar funcionó abiertamente como centro de eliminación de opositores al régimen militar.

This 1-page ppt slide consists of a compilation of information available in Swedish with regards to Swedish international neo-Nazi and KKK links (for example, WAR in the US, C18 in the UK, AWB in South Africa, and in former Yugoslavia (groups not specified)), as well as the Swedish Democrats' support to the Swedish "National Youth". The years referred to are 1990, 1992 and 1997. DOI: 10.13140/RG.2.2.30401.28008.

Hannah Arendt se ha convertido en una figura consagrada en el campo de la reflexion filosofica y politica contemporanea, siendo hoy objeto de un renovado interes. El presente articulo trata de exponer sinteticamente las claves de su analisis sobre la creacion de un estado en Palestina. Su lectura de las consecuencias de la historia contemporanea europea y la �cuestion judia�, su posicion con respecto al sionismo y sus alternativas y la evolucion de sus criticas se entretejen en una rica y singular vision, que ofrece perspectivas utiles aun hoy para comprender el conflicto. Basados en una parte de su produccion aparentemente secundaria, los �escritos judios� permiten asimismo apreciar mejor el significado y las implicaciones personales de algunos conceptos capitales en la obra de esta pensadora

Liberal academics and enthusiastic lay audiences hailed the public debuts of the Calvinist theologian and acclaimed orator László Ravasz as the leading representative of a new generation of modernist clergymen in the early 1910s. Much to the regret of his liberal critics, in the wake of the collapse of historic Hungary following World War I his message stemmed from a modern cult and culture of defeat and was in no way a continuation of the old school liberals of the belle époque of the Dual Monarchy. In his memoires, which were written during the 1960s, Ravasz described his erstwhile political views as "fetishes," but defended his theological motives. This raises questions concerning a central problem of modern religious experience: how can one map the constantly evolving frontiers between rampant secularization and the no less permanent and certainly insatiable nostalgia for the sacred order of things in modern societies? By redefining what is religious, the currents of Protestant and Catholic thought in interwar Hungary presented in the following article established intellectual contexts on both sides that make not only the historical description of Christian identity but also the very notion of modernity a function of multi-layered readings. At the same time, the Catholic and Protestant rapprochement may be interpreted as a symptom of the decline of religious explanations of the world and history, because they testify to the fact that the dialectics of historical interpretation are no longer defined by the particular approaches of Catholic or Protestant theology or the differences between the two, but rather by the state of competition between universalist utopias and religious world explanations forced into the conservative camp, which necessarily bleaches the emphatic elements of Christian teachings as well.

Hundra år av radikal nationalism Markus Lundström & Tomas Lundström sammandrag: Markus Lundström och Tomas Lundströms artikel analyserar vad författarna benämner som "radikal nationalism" i Sverige mellan 1915-2015. Utifrån tidigare forskning sammanställs en historisk översikt över de aktörer vars politiska projekt tar sin utgångspunkt i nationalismens själva rot: att knyta en nedärvd folkgemenskap till en specifik plats. Till skillnad från tidigare konceptualiseringar av denna politiska miljö utgår "radikal nationalism" från aktörernas egen idévärld, och genom att betona aktörernas gemensamma ideologiska drag framträder en bild av ett historiskt föränderligt flätverk där olika aktörer skapas och splittras, interagerar, förgrenas och återuppstår. Författarna identifierar tre olika idéströmningar som präglar miljön och som under hundra år av radikal nationalism korsat varandras färdriktning. Medan den rasorienterade och socialkonservativa nationalismen historiskt sett stått i konflikt med varandra, tycks den identitära idéströmningen på senare tid ha skapat nya kontaktytor aktörerna emellan. Artikelns historisering av svensk radikal nationalism föreslår, med andra ord, en analysram för att studera dessa aktörer, och för att begripliggöra nationalistisk radikalisering i Sverige. nyckelord: radikal nationalism; högerextremism; fascism; rasism; socialkonservatism; den identitära rörelsen. publiceringshistorik: Originalpublicering. markus lundström är doktorand i ekonomisk historia vid Stockholms universitet.

ÖZ
GİRİŞ
KAVRAMSAL ÇERÇEVE
PROBLEM AMAÇ
ÖNEM
SINIRLILIKLAR
TANIMLAR
YÖNTEM – VERİ TOPLAMA YÖNTEMİ
TERÖR VE TERÖRİZM
TERÖR TÜRLERİ
AVRUPA’DA AŞIRI SAĞIN YÜKSELİŞİ
AŞIRI SAĞ & AŞIRI SAĞCI TERÖR
AŞIRI SAĞCI TERÖR ÖRGÜTLERİN EYLEMLERİ & İŞLEDİĞİ SUÇLAR
SONUÇ
KAYNAKÇA
TEŞEKKÜR

Religious ideology and extremism have had an increasing influence on political agendas in the United States and much of the developed world in the past 60 years, with right-wing ideology becoming more prevalent this decade. This article serves as a review of studies investigating the correlations between political ideology, religiosity, right-wing authoritarianism, ingroups/outgroups, and prejudice in an attempt to describe and understand the well-established links between these dimensions. We discuss several group-level theories including Terror Management Theory, Social Identity Theory, Realistic Group Conflict Theory among others to frame the intercorrelations of these constructs in an effort to better understand the underlying mechanisms that drive individuals to embody religious and political beliefs. We then discuss individual-level cognitive and psychological differences such as intelligence, cognitive flexibility, and specific biological and neurological limitations of brain...

The aim of this article is to place the recent debate on the concept of disintermediation — intended as the process of change in political representation towards more direct forms of political mediation — within the broader literature on party change, to assess its actual usefulness in the field. We maintain that the potential of this concept applied to party organization is mainly heuristic, as it describes a number of intertwined changes observable in parties’ resources, representative strategies and structures. Our expectation is that contemporary parties have progressively adopted disintermediated organizational profiles, by weakening the intermediate organs while favouring both the parliamentarization of the leadership and the opening of their membership. These assumptions are empirically verified through a diachronic analysis of the party changes registered in nine European democracies, from the beginning of the 1970s to 2010. All in all, we argue that parties’ internal disintermediation has increased in most countries, in the passing from the 1990s to the New Millennium.

En este trabajo nos proponemos analizar la recepción que tuvo entre diferentes actores del movimiento peronista el conflicto en Medio Oriente; particularmente la cuestión árabe-israelí, entendida como la tensión política y los conflictos armados entre el Estado de Israel y sus vecinos árabes. Para ello nos centramos en el accionar político de algunos dirigentes e intelectuales del peronismo- como Raúl Jassen, Andres Framini y Rodolfo Walsh, entre otros, analizaremos algunas de sus publicaciones: Nación Árabe, Patria Bárbara, Alianza, Consigna Nacional, Patria Peronista y Noticias, así como comunicados y documentos firmados por éstos durante la década de 1960 y 1970. Este relevamiento nos permitirá comprender los modos diferentes y las lecturas convergentes que sobre este conflicto tuvieron sectores diferenciados al interior del movimiento peronista: la derecha, el sindicalismo y la izquierda peronista.

11 Eylül saldırılarından sonra, terörist gruplara karşı küresel boyutta yürütülen mücadelenin etkinliği konusundaki tartışmalar, hükûmetleri terörizmle mücadelede yeni stratejiler aramaya itmiştir. Terörizme ilişkin birçok araştırmada, bireylerin neden ve nasıl radikalleştikleri, neden şiddete ve terörizme başvurdukları sorularına cevap aranmıştır. Bu süreçte radikalizm ve aşırıcılık kavramları, terörizm çalışmalarında önemli bir yer edinmiştir. Terörizmin tanımına ilişkin geleneksel tartışmalardaki muğlak durum radikalizm konusundaki çalışmalara da yansımıştır. Bu makalede radikalizm, aşırıcılık ve terörizm kavramlarına ilişkin betimsel bir analiz yapılarak, bu kavramlar arasındaki ilişkilerin ortaya konulması, birey ve grupların hangi durumlarda şiddete yöneldiklerinin ve şiddeti araçsallaştırdıklarının incelenmesi amaçlanmıştır. Bu kapsamda, öncelikle radikalizm ve ilgili kavramlar, kavramın tarihsel gelişimi ve kavramla ilgili farklı yaklaşımlar ele alınmıştır. Müteakiben radikal düşünce ve eylemlerin aşırıcılığa ve terörizme dönüşme sürecinde, şiddetin araç olarak nasıl benimsendiği hususları ortaya konmuştur.

The aim of this article is to analyze the reflections of anti-Islamic rhetoric, in the Norwegian society, towards Muslims in the context of Islamophobia and Anti-Islamism, which have recently increased in Europe. Especially with work-based immigrations since 1950, the number of Muslim population in Norway has increased in a considerably short time. Those Muslims who become permanent residents instead of guest workers have improved their economic situations, established their own organizations, and had a say in politics, education and economy. This prompted concerns and fears in the Norwegian society. Such concepts as “immigrants, foreigners, minorities and integration” have become hot topics of discussion in the media, politics and academic circles, which have created an image of Muslim minorities as a threat for the Norwegian society and that, as a consequence, served for the rise of antiIslamism and hostility against Muslims. This attitude towards the Muslims has been transformed, especially after the September 11, 2001 attacks, into anti-Islamic rhetoric. Therefore it played an important role in the process of generating a hostile atmosphere against Muslims while at the same time it led to the events of the “Cartoon Crisis” and “Berwick Terror Attack”, which deeply influenced the Norwegian society.  This paper examines the issues of freedom of expression and religious beliefs in Norway, then it tries to analyze how Islam has been perceived in this country. Thirdly, by offering a brief history of Islamophobia in Norway, the study focuses primarily on anti-Islamic rhetoric and social and political factors that promote this rhetoric.

Bu makalenin amacı, Avrupa’da son zamanlarda artış gösteren İslamofobi ve Anti-İslamizm bağlamında Müslümanlara yönelik İslam karşıtı söylemlerin Norveç toplumundaki yansımalarını analiz etmektir. 1950’lerden itibaren işçi statüsüyle Norveç’e göç eden Müslümanların kısa zamanda nüfuslarını artırmaları, ekonomik durumlarını iyileştirip, kendi organizasyonlarını kurmaları, siyaset, eğitim ve ekonomide söz sahibi olmaları kısaca misafir işçi konumundan kalıcı hale gelmeleri, Norveç toplumu tarafından endişe ve korku ile karşılanmıştır. Bu durum, medyada, siyasette ve akademik çevrelerde “göçmenler, yabancılar, azınlıklar ve entegrasyon” gibi konuların bir sorun olarak ele alınıp tartışılmasına ve bunun neticesinde özellikle Müslüman azınlıkların Norveç toplumunu tehdit eden bir unsur olarak yansıtılmasına ve toplum içinde İslam karşıtlığı ve düşmanlığının artmasına neden olmuştur. Ayrıca dünyanın değişik ülkelerinde meydana gelen terör olayları da İslam ile ilişkilendirilerek Müslüman azınlıklar, Norveç’in güvenliğini tehdit eden bir unsur olarak gösterilmeye çalışılmıştır. Müslümanlara yönelik bu tutum, özellikle 11 Eylül 2001 saldırısından sonra ırkçı ve dışlayıcıcı İslam karşıtı söylemlere dönüşerek yeni bir boyut kazanmış, Müslümanlara karşı olumsuz bir ortamın oluşmasında önemli rol oynamış ve neticede Norveç toplumunu derinden etkileyen “2006 Karikatür Krizi” ile “2011 Berwick Terör Saldırısı”nın yaşanmasına sebep olmuştur.  Bu makalede yukarıda yakın tarihsel zemin dikkate alınarak önce Norveç’te ifade ve din özgürlüğü konusu ele alınarak, İslam’ın nasıl algılandığı ortaya konmaya çalışılmıştır. Ayrıca İslamofobi’nin genel perspektiften tarihsel gelişimi üzerinde durulmuş, Norveç’te İslam karşıtı söylemler ve bunları besleyen sosyo-politik unsurlara dikkat çekilmiştir. Bu söylemler ile “Karikatür Krizi” ve “Berwick Terör Saldırısı” gibi iki önemli olay arasındaki bağlantılar üzerinde durulmuş, her bir olayın Norveç toplumundaki etkileri ve Müslümanlara yönelik yansımaları incelenmiştir.

Medios de todo el mundo han aprovechado el reciente cambio de era y de emperador en Japón para evaluar la situación social, política y económica del país. Estas piezas revelan a su vez el marco ideológico desde el que se construye y se reproduce la idea de Japón de formas más o menos explícitas. Todo cambio de calendario invita a la reevaluación de usos y métodos, pero, ¿sucede lo mismo con cómo piensa Occidente en el Otro?