Suleyman Demirel University
Faculty of Communication
Antalya ÖZET Reklamlar, ürettikleri anlam yapılarıyla kapitalizmin değer ve inançlarını meşrulaştırarak egemen sistemin işleyişine katkıda bulunmaktadır. Bu çalışmanın amacı, reklamlarda anlam yapılarının nasıl oluşturulduğunu ortaya... more
Antalya ÖZET Reklamlar, ürettikleri anlam yapılarıyla kapitalizmin değer ve inançlarını meşrulaştırarak egemen sistemin işleyişine katkıda bulunmaktadır. Bu çalışmanın amacı, reklamlarda anlam yapılarının nasıl oluşturulduğunu ortaya çıkarmaktır. Bu amaca yönelik olarak Cosmopolitan (Türkiye) dergisinin Ocak 2011 tarihli 85. sayısında yer alan altı kozmetik reklamı çoklu okuma yöntemiyle çözümlenmiştir. İncelenen reklamlarda bilim, teknoloji ve güzellik mitlerinin sıklıkla kullanıldığı görülmüştür. Baskın inanç sisteminin " güzelliğin ve gençliğin kaynağı olarak bilim " i öne sürdüğü bulunmuştur. Güzellik miti feminist ve psikanalitik çözümlemeyi çağrıştırmakla beraber bu çalışmanın kapsamına dahil edilmemiştir. ABSTRACT In producing structures of meaning, advertisements contribute to the functioning of dominant system by legitimizing values and beliefs of capitalism. The aim of this study is to reveal how these meaning structures are constructed. In order to do that, six advertisements on cosmetics in Cosmopolitan (Turkey) magazine issue 85 (January 2011) is analysed by multiple-reading technique. The advertisements conveyed a frequent use of the myths of science, technology and beauty. These myths serve for the maintenance of the dominant belief system and the main assertion read in these advertisements is that " science is the source of beauty and youth ". Although the myth of beauty brings about feminist and psychoanalytic analysis, they are excluded in this study. Giriş Mecralarını yalnızca televizyon, radyo, dergi, gazete gibi kitle iletişim araçlarıyla sınırlamayan reklamlar, günümüzde billboardları, otobüs duraklarını, bina duvarlarını, tuvaletleri ve hatta insanları birer mecra olarak kullanmakta ve her an her yerde yakaladığı tüketicilere belirli sembolik değerler iletmektedir. Bu sembolik değerlerin iletilmesinde ise kültürel kodlar kullanılmaktadır. Kısacası reklamlar, sahip oldukları ekonomik değerin yanında, kültürel değerlerin de taşıyıcısıdır.
- by Didem çabuk
- •
This paper aims to determine the current public relations approach in Turkey evaluating the development of Turkish public relations literature on a periodical basis. For this reason, the table of content sections of the academic books on... more
This paper aims to determine the current public relations approach in Turkey evaluating the development of Turkish public relations literature on a periodical basis. For this reason, the table of content sections of the academic books on public relations published in Turkey between 1960 and 2010 were analyzed with the content analysis method. As a consequence of the study, it becomes clear that there are differences in the public relations approach across time. Assessing by the economic and political context of Turkey, these differences are called in the frame of Grunig and Hunt's (1984) four models (Press Agentry, public information, two-way asymmetrical, two-way symmetrical models). This study highlights the fact that context is important when examining public relations education and practices in Turkey. Literature Review The public relations approach adopted in the western countries developed in the early 20 th century; whereas, such development dates back only to the 1960s in Turkey. Kazancı (2006) argues that this can be explained by the fact that both public and private institutions were forced to establish regular relations with their environments as a result of a " democratic approach " and thus the public had come to accept other institutions in the Turkish social system as exercising power against public relations structures. However, the most important social feature of Turkey up into the 1960s was " self-sufficiency ". The economy relied heavily on the agricultural sector and the small-scale family business operators did not need to establish relations with the state. Moreover there was introversion in the relationship between public and state. The state reached out to the public as it wishes. During that " single-party system " period it was possible for the public to take part in decision-making processes but in the transition to a multi-party system, the Turkish public became increasingly active – started to influence the government and gradually transforming the one-way direction of the relations between the government and the people. During those years, such serious changes and developments in the economic and social conditions had implications first in the public, and then in the private sector in Turkey. In parallel to such changes, the statist approach was broken and a " free market economy " became dominant. Increasingly, the relations between organizations, their structures and their environments changed – especially as a result of external pressure including the establishment of the civil society organizations (Boratav, 2000; Özdemir, 2000; Kazancı, 2006). As a matter of fact, this process made public relations compulsory for the organizations (to practice relations with their publics), and for the first time it provided a rational for the analysis of public relations approaches. Thus it is crucial to explore how these differences arose in the context of Turkey and how the specific context influenced the development of public relations in Turkey. There are similar studies that have engaged this issue in the context of the dynamics of other countries. For example, Sriramesh et al (1999) conducted an investigation of public relations developments in India, South Korea and Japan with the aim of determining how the public relations approach was influenced by cultural context and Grunig et al (1995) questioned whether the public relations approach had been influenced by cultural context through a comparative analysis of studies conducted in India, Taiwan and Greece. Ni (2006) highlighted the importance of public relations in the development of organizational strategy in China within the context of globalization strategies and cultural impacts. In Singapore, Raman and Karan (2006) conducted a study on how the local culture shaped the organizational culture and how this was reflected in public relations approach. Chay-Nemeth (2009) shows how political, economical and social context, influence the existing public relations approach in the same country. Kent and Taylor (2007) aimed to explore the public relations within the social context in Bosnia case and Guiniven (2002) analyzed the public relations approach within the culture of understanding and agreement in Canada. Furthermore, Karadjov et al (2000) examined public relations approach in the political context of Bulgaria. When we examine the conclusions of these studies, it appears that public relation is defined by the press agency model in come countries and by the public information model in others. However, it is also defined by asymmetric and symmetric models. Pratt and Ogbondah (1996), Wu, Taylor and Chen (2001), Kirat (2005) all explain the reason for such differences by reference to the political, economical and social contexts of the countries, while Sriramesh and Vercic (2009) explain the differences by considering three factors: The infrastructure (political, economical, legal activism), social culture (social classes, uncertainty, collectivism,
- by Didem çabuk
- •
ÖZET 1999 Helsinki Zirvesi'yle Avrupa Birliği'ne (AB) adaylık statüsü resmiyet kazanan Türkiye siyasal, ekonomik ve kültürel alanlarda gerçekleştirdiği yasal düzenlemelerle Kopenhag Kriterlerini ve AB müktesebatını yerine getirmeye... more
ÖZET 1999 Helsinki Zirvesi'yle Avrupa Birliği'ne (AB) adaylık statüsü resmiyet kazanan Türkiye siyasal, ekonomik ve kültürel alanlarda gerçekleştirdiği yasal düzenlemelerle Kopenhag Kriterlerini ve AB müktesebatını yerine getirmeye çalışmaktadır. Bu çerçevede yasal düzenlemeye gidilen alanlardan biri de medya alanıdır. Bu çalışmada resmi belgeler üzerinden Avrupa Birliği'ndeki medya düzenlemelerinin Türk mevzuatına yansıması irdelenmiştir. Medya alanındaki yasal dönüşümlerin uygulamaya yansımadığı; ifade ve basın özgürlüğü konularında Türkiye'nin önünde hala daha sorunlar olduğu ortaya konmuştur. ABSTRACT As an offical candidate to EU membership since the 1999 Helsinki Summit, Turkey is attempting to meet the Copenhagen Criteria and the EU acquis by issuing legal regulations in political, economic and cultural fields. In this frame, one of the fields that must be regulated legally is the media. This study analyses the reflection of EU regulations on media in Turkish legislation. The research put forth that legal trasformations in the field of media are not reflected in the practice and that Turkey still has drawbacks in issues like freedom of expression and press.
- by Didem çabuk
- •
Ticari yayıncılığın başladığı yıllardan beri televizyon kanalları, reklam gelirlerini garanti almak ve sürekliliğini sağlamak adına dizilerin avantajlarından yararlanmaktadır. Özellikle son yıllarda, reklam pastasından pay almak isteyen... more
Ticari yayıncılığın başladığı yıllardan beri televizyon kanalları, reklam gelirlerini garanti almak ve sürekliliğini sağlamak adına dizilerin avantajlarından yararlanmaktadır. Özellikle son yıllarda, reklam pastasından pay almak isteyen tüm büyük kanallar, ana yayın kuşağında yerli dizi yayınlamaktadır. Yerli dizilerin sayısının artması ile birlikte tutan ve tutmayan dizi tanımlaması yapılmaya başlanmıştır. Bu tanımlama ile zihinlerde hem talebin arzı belirlediği hem de sunulan içeriklerin birbirinden farklı olduğu yönünde bir yanılsama yaratılmaktadır. Söz konusu içerikler birer kültür endüstrisidir ve standarttır. Bu çalışmanın amacı, tutan ve tutmayan dizi tanımlaması ile yaratılan farklılığa karşı yerli dizilerin aynılığını ortaya koymaktır. Bu amaçla çalışmada 2016-2017 yayın döneminde altı kanalda yayınlanan tutan ve tutmayan diziler; oyuncular, karakterler, izleyiciye verilen dersler, klişe öyküler ve müzik kullanımı açısından nitel içerik çözümlemesine tabi tutulmuş ve aynılıkları ortaya konulmuştur.
- by Didem çabuk
- •
Antalya ÖZET Reklamlar, ürettikleri anlam yapılarıyla kapitalizmin değer ve inançlarını meşrulaştırarak egemen sistemin işleyişine katkıda bulunmaktadır. Bu çalışmanın amacı, reklamlarda anlam yapılarının nasıl oluşturulduğunu ortaya... more
Antalya ÖZET Reklamlar, ürettikleri anlam yapılarıyla kapitalizmin değer ve inançlarını meşrulaştırarak egemen sistemin işleyişine katkıda bulunmaktadır. Bu çalışmanın amacı, reklamlarda anlam yapılarının nasıl oluşturulduğunu ortaya çıkarmaktır. Bu amaca yönelik olarak Cosmopolitan (Türkiye) dergisinin Ocak 2011 tarihli 85. sayısında yer alan altı kozmetik reklamı çoklu okuma yöntemiyle çözümlenmiştir. İncelenen reklamlarda bilim, teknoloji ve güzellik mitlerinin sıklıkla kullanıldığı görülmüştür. Baskın inanç sisteminin "güzelliğin ve gençliğin kaynağı olarak bilim"i öne sürdüğü bulunmuştur. Güzellik miti feminist ve psikanalitik çözümlemeyi çağrıştırmakla beraber bu çalışmanın kapsamına dahil edilmemiştir. Anahtar Sözcükler: Reklam, göstergebilim, mit, gönderge sistemleri Referent Systems and Ideology in Advertisements in Cosmopolitan ABSTRACT In producing structures of meaning, advertisements contribute to the functioning of dominant system by legitimizing values and b...
- by Didem çabuk
- •
1999 Helsinki Zirvesi’yle Avrupa Birligi’ne (AB) adaylik statusu resmiyet kazanan Turkiye siyasal, ekonomik ve kulturel alanlarda gerceklestirdigi yasal duzenlemelerle Kopenhag Kriterlerini ve AB muktesebatini yerine getirmeye... more
1999 Helsinki Zirvesi’yle Avrupa Birligi’ne (AB) adaylik statusu resmiyet kazanan Turkiye siyasal, ekonomik ve kulturel alanlarda gerceklestirdigi yasal duzenlemelerle Kopenhag Kriterlerini ve AB muktesebatini yerine getirmeye calismaktadir. Bu cercevede yasal duzenlemeye gidilen alanlardan biri de medya alanidir. Bu calismada resmi belgeler uzerinden Avrupa Birligi’ndeki medya duzenlemelerinin Turk mevzuatina yansimasi irdelenmistir. Medya alanindaki yasal donusumlerin uygulamaya yansimadigi; ifade ve basin ozgurlugu konularinda Turkiye’nin onunde hala daha sorunlar oldugu ortaya konmustur.
ÖZET 1999 Helsinki Zirvesi'yle Avrupa Birliği'ne (AB) adaylık statüsü resmiyet kazanan Türkiye siyasal, ekonomik ve kültürel alanlarda gerçekleştirdiği yasal düzenlemelerle Kopenhag Kriterlerini ve AB müktesebatını yerine getirmeye... more
ÖZET 1999 Helsinki Zirvesi'yle Avrupa Birliği'ne (AB) adaylık statüsü resmiyet kazanan Türkiye siyasal, ekonomik ve kültürel alanlarda gerçekleştirdiği yasal düzenlemelerle Kopenhag Kriterlerini ve AB müktesebatını yerine getirmeye çalışmaktadır. Bu çerçevede yasal düzenlemeye gidilen alanlardan biri de medya alanıdır. Bu çalışmada resmi belgeler üzerinden Avrupa Birliği'ndeki medya düzenlemelerinin Türk mevzuatına yansıması irdelenmiştir. Medya alanındaki yasal dönüşümlerin uygulamaya yansımadığı; ifade ve basın özgürlüğü konularında Türkiye'nin önünde hala daha sorunlar olduğu ortaya konmuştur.
- by Didem çabuk
- •
ÖZET 1999 Helsinki Zirvesi'yle Avrupa Birliği'ne (AB) adaylık statüsü resmiyet kazanan Türkiye siyasal, ekonomik ve kültürel alanlarda gerçekleştirdiği yasal düzenlemelerle Kopenhag Kriterlerini ve AB müktesebatını yerine getirmeye... more
ÖZET 1999 Helsinki Zirvesi'yle Avrupa Birliği'ne (AB) adaylık statüsü resmiyet kazanan Türkiye siyasal, ekonomik ve kültürel alanlarda gerçekleştirdiği yasal düzenlemelerle Kopenhag Kriterlerini ve AB müktesebatını yerine getirmeye çalışmaktadır. Bu çerçevede yasal düzenlemeye gidilen alanlardan biri de medya alanıdır. Bu çalışmada resmi belgeler üzerinden Avrupa Birliği'ndeki medya düzenlemelerinin Türk mevzuatına yansıması irdelenmiştir. Medya alanındaki yasal dönüşümlerin uygulamaya yansımadığı; ifade ve basın özgürlüğü konularında Türkiye'nin önünde hala daha sorunlar olduğu ortaya konmuştur.
Türk-Çin iliflkileri konusundaki çal›flmalar›n azl›¤›nda Bar›fl Ad›belli'nin Osmanl›'dan Günümüze Türk-Çin ‹liflkileri (‹stanbul: IQ Kültür Sanat Yay›nc›l›k, 2007) kitab›n› gördü¤ümde büyük bir heyecan yaflam›fl, fakat daha kitab›n ilk... more
Türk-Çin iliflkileri konusundaki çal›flmalar›n azl›¤›nda Bar›fl Ad›belli'nin Osmanl›'dan Günümüze Türk-Çin ‹liflkileri (‹stanbul: IQ Kültür Sanat Yay›nc›l›k, 2007) kitab›n› gördü¤ümde büyük bir heyecan yaflam›fl, fakat daha kitab›n ilk cümlesinde büyük bir hayal k›r›kl›¤›na u¤ram›flt›m: "Çin-Türkiye iliflkileri binlerce y›l öncesine dayanmaktad›r." Hayal k›r›kl›¤›m maalesef kitab›n ilerleyen bölümlerinde de devam etmifl, tashihsiz bask›ya verildi¤ini sand›¤›m kitab› okumam bir hayli zor olmufltu. Geçti¤imiz günlerde Ad›belli'nin yeni kitab› Pax Sinica: Çin'in Dünya Düzeni'ni bu kez yazar›n bafl›na 'Dr.' ünvan› eklenmifl olarak görünce literatüre yeni bir eser kazand›r›lm›fl olmas› dolay›s›yla yine büyük bir heyecan hissettim. Samimi olmak gerekirse, doktora tezi olmas› dolay›s›yla bir öncekinden çok daha derli toplu, üzerinde oldukça zaman harcanm›fl bir çal›flma Pax Sinica. Kitap kolay okunmas› dolay›-s›yla genifl bir okuyucu kitlesine hitap ederken bizleri de Türkiye'deki Çin çal›flmalar› konusunda bir kez daha düflünmeye sevk ediyor. Pax Sinica odak noktas› yazar›n tezinde kavramsal çerçeve olarak seçti¤i merkez-çevre düflüncesinin Çin'de geliflimi olan tarihsel bir arka plânla aç›l›fl yap›yor. Bu düflüncenin Çin'de ortaya ç›k›fl› ve kökleflmesi M. Ö. birinci milenyumdan Mo¤ol dönemine getirilirken Mo¤ol dönemi çevrenin merkezi ele geçirmesi, Ming dönemi merkez-çevrenin Çinlilefltirilmesi, Mançu (Qing) dönemiyse merkezin güçlendirilmesi olarak tan›mlan›yor. Qing sonras› cumhuriyetçi ve 'komünist' dönemse iki cümleyle geçifltirilerek bundan sonraki bölümde So¤uk Savafl sonras› dönemde Çin'de merkez-çevre yaklafl›m›n›n d›fl iliflkileri belirlemesi ele al›n›yor. Ne yaz›k ki, aç›l›m sonras› dönemde Çin tarih yaz›c›l›¤›nda s›kça rastlad›¤›m›z 1949-1978 aras› süreci görmezden gelen yaklafl›ma uygun bu tarihsel atlama kitab›n tarihsellik potansiyelini tamamen ortadan kald›r›yor. Çin'in d›fl politikas›na dair birkaç görüflüne yer vermek d›fl›nda, Çin'de imparatorluk sonras› cumhuriyetçi dönem ile So¤uk Savafl döneminin d›fl iliflkilerinin belirlenmesinde Mao'nun hiçbir etkisi yokmufl varsay›m›yla hanedanl›k dönemlerinin fikriyat›n› bugünün siyasi ve ekonomik ba¤la-m› içerisinde ele al›p tekrardan yorumlamak anachronistic-ve dolay›s›yla, iyi düflünülmemifl-bir tercih. Bir sonraki bölümde yazar, çal›flmas›n›n kavramsal çerçevesi olarak sundu¤u merkez-çevre kuram›-n› Wallerstein'e referansla aç›kl›yor; fakat bu aç›klama da akademik bir çal›flmadan beklenmeyecek derecede basitlefltirilmifl. Pek çok akademisyen Wallerstein'in teorisi ile Çin'in 'orta krall›k' düflüncesi aras›ndaki benzerli¤i fark etmifltir; fakat genifl bir çevrenin küreselleflme-yerelleflme-ekümenlik tart›flmalar› yap-t›¤› 2000'li y›llarda yazar›n bu kavramlar› hiçbir sayfada sorunsallaflt›rmadan tezini 1970'lerde popüler olmufl bir teoriye, üstelik teoriyi etrafl›ca ele almadan, oturtmas› okuyucuyu flafl›rt›yor. Teorinin karikatürize edilmesinin d›fl›nda, Wallerstein'in Marxist bir ekolün takipçisi olarak bu teoriyi gelifltirdi¤ini hat›rla-d›¤›m›zda ve Pax Sinica'n›n dünyada veya Çin'de alt yap›sal hiçbir de¤iflim ve dönüflüme de¤inmeksizin Çin'in farkl› ülkelerle karfl›l›kl› iliflkilerini özetleyen diplomatik anlat›s› göz önüne al›nd›¤›nda, Wallerstein'in teorisinin teze kavramsal bir arka plân sunmaktan ziyade kitapta savunulan fikirlere bir isim verme ihtiyac›yla kullan›ld›¤› anlafl›l›yor. Dahas›, Çin çal›flmaya bafllayan herkesi-ben de dahil-içine alan 'Çin'de merkez alg›s›' sorunsal›n›n akademik çal›flmalar›m›z›n yönünü esir almas›, Ad›belli'nin çal›flma-s›nda da kendini gösteriyor. Yirmibirinci Yüzy›l'›, her ne kadar Çince kaynak kullanmasa da, Çin merkezli bir bak›fl aç›s›n› benimseyerek 'Pax Sinica' olarak tan›mlamak yazar›n 'komünist' dönemde popüler olan 'bar›fl içinde bir arada yaflama' ilkesiyle temellendirdi¤i, Çin'in dünya siyasetindeki yükselifline dair iddial› bir öngörüsü olabilir; fakat Pax Sinica'n›n bu iddian›n alt›n› yeterli düzeyde doldurdu¤unu söylemek ne yaz›k ki im-kans›z. Yine de kitap Çin güncel siyasetinde bafl gösteren milliyetçilik, ayr›l›kç› hareketler, Çin tipi sos-K‹TAP ELEfiT‹R‹LER‹ / BOOK REVIEWS
- by Didem çabuk
- •
- Art
Ticari yayıncılığın başladığı yıllardan beri televizyon kanalları, reklam gelirlerini garanti almak ve sürekliliğini sağlamak adına dizilerin avantajlarından yararlanmaktadır. Özellikle son yıllarda, reklam pastasından pay almak isteyen... more
Ticari yayıncılığın başladığı yıllardan beri televizyon kanalları, reklam gelirlerini garanti almak ve sürekliliğini sağlamak adına dizilerin avantajlarından yararlanmaktadır. Özellikle son yıllarda, reklam pastasından pay almak isteyen tüm büyük kanallar, ana yayın kuşağında yerli dizi yayınlamaktadır. Yerli dizilerin sayısının artması ile birlikte tutan ve tutmayan dizi tanımlaması yapılmaya başlanmıştır. Bu tanımlama ile zihinlerde hem talebin arzı belirlediği hem de sunulan içeriklerin birbirinden farklı olduğu yönünde bir yanılsama yaratılmaktadır. Söz konusu içerikler birer kültür endüstrisidir ve standarttır. Bu çalışmanın amacı, tutan ve tutmayan dizi tanımlaması ile yaratılan farklılığa karşı yerli dizilerin aynılığını ortaya koymaktır. Bu amaçla çalışmada 2016-2017 yayın döneminde altı kanalda yayınlanan tutan ve tutmayan diziler; oyuncular, karakterler, izleyiciye verilen dersler, klişe öyküler ve müzik kullanımı açısından nitel içerik çözümlemesine tabi tutulmuş ve aynılıkları ortaya konulmuştur.
- by Didem çabuk
- •
- Humanities, Art
ÖZET 1999 Helsinki Zirvesi'yle Avrupa Birliği'ne (AB) adaylık statüsü resmiyet kazanan Türkiye siyasal, ekonomik ve kültürel alanlarda gerçekleştirdiği yasal düzenlemelerle Kopenhag Kriterlerini ve AB müktesebatını yerine getirmeye... more
ÖZET 1999 Helsinki Zirvesi'yle Avrupa Birliği'ne (AB) adaylık statüsü resmiyet kazanan Türkiye siyasal, ekonomik ve kültürel alanlarda gerçekleştirdiği yasal düzenlemelerle Kopenhag Kriterlerini ve AB müktesebatını yerine getirmeye çalışmaktadır. Bu çerçevede yasal düzenlemeye gidilen alanlardan biri de medya alanıdır. Bu çalışmada resmi belgeler üzerinden Avrupa Birliği'ndeki medya düzenlemelerinin Türk mevzuatına yansıması irdelenmiştir. Medya alanındaki yasal dönüşümlerin uygulamaya yansımadığı; ifade ve basın özgürlüğü konularında Türkiye'nin önünde hala daha sorunlar olduğu ortaya konmuştur.
Halkla ilişkiler faaliyetlerinin yapılandırılma ve sürdürülme biçimleri, tarihsel süreç içerisinde çeşitli değişim ile dönüşümler geçirmiştir. Bu süreç içerisinde ortaya çıkan bazı modeller, diğerleri arasından sıyrılarak gerek alan... more
Halkla ilişkiler faaliyetlerinin yapılandırılma ve sürdürülme biçimleri, tarihsel süreç içerisinde çeşitli değişim ile dönüşümler geçirmiştir. Bu süreç içerisinde ortaya çıkan bazı modeller, diğerleri arasından sıyrılarak gerek alan yazın, gerekse de pratik düzlemde daha yoğun olarak ele alınmışlardır. Sıklıkla gündeme gelen bu modellerden biri de iki yönlü simetrik modeldir. Karşılıklı anlayış ve uyuma dayanan bu model, aynı zamanda modern halkla ilişkiler anlayışının yansıması olarak da öne çıkmaktadır. İki yönlü simetrik modelin kurum ile hedef kitle arasındaki iletişim sürecine verdiği önem, karşılıklı bilgi akışının da değerini artırmaktadır. Söz konusu bilgi akışı, gündelik yaşamın hemen her alanını güçlü bir şekilde etkisi altına alan dijital dönüşümden etkilenmektedir. Bu çalışma da, dijital dönüşümün önemli bir parçası olan yapay zekâ kavramının iletişim süreçleri ve bilgi akışı ile olan ilişkisini, iki yönlü simetrik halkla ilişkiler modeline sunabileceği potansiyel katkılar ekseninde ele almaktadır. Yapay zekâ kavramının, birçok diğer disiplin gibi halkla ilişkiler alanına da katkılarda bulunacağı değerlendirilmektedir. Bilhassa iki yönlü simetrik modelin önemli aşamalarından biri olan hedef kitle tepki ile mesajlarının kurumca tespit edilmesi ve yorumlanması aşamalarında, yapay zekânın işlem yeteneğinin süreçlerde büyük kolaylıklar sağlayacağı açıktır. Günümüzde yapay zekânın veri toplamanın da ötesinde, veriyi işleme, yorumlama ve hatta analiz edip karar verme yetileri olduğu düşünüldüğünde, iki yönlü simetrik halkla ilişkiler sürecinin her iki tarafında da yer alabileceği iddia edilebilir. Bu öngörülerden yola çıkan çalışmada konu kavramsal açıdan ele alınmakta ve literatür taramasına başvurularak geleceğe dair bir provizyon ortaya koymak, ileride yapılacak çalışmalar için ufuk açmak amaçlanmaktadır.
Anahtar Kelimeler: halkla ilişkiler, iki yönlü simetrik model, yapay zekâ
Anahtar Kelimeler: halkla ilişkiler, iki yönlü simetrik model, yapay zekâ
This study was designed tactile communication design products for the visually impaired. In this study, it is aimed to enable visually impaired people to be aware of the animate, moving and changing life. As a method, the visually... more
This study was designed tactile communication design products for the visually impaired. In this study, it is aimed to enable visually impaired people to be aware of the animate, moving and changing life. As a method, the visually impaired were interviewed about problems. Answers were sought for the following open-ended questions.
ÖZET: Kamuoyların ilgisi ve tepkisine göre uluslararası ilişkilerin gündemi belirlenmektedir. Günümüz yaklaşımları açısından baktığımızda, uluslararası ilişkilerde sert güç tamamlayıcı unsur olarak muhafaza edilirken genel yaklaşım... more
ÖZET: Kamuoyların ilgisi ve tepkisine göre uluslararası ilişkilerin gündemi belirlenmektedir. Günümüz
yaklaşımları açısından baktığımızda, uluslararası ilişkilerde sert güç tamamlayıcı unsur olarak muhafaza edilirken genel
yaklaşım yumuşak diplomasi kanallarının uygulandığı değerler üzerinden olmaktadır. Kamu diplomasisi dış politikada
yabancı halkların iknasına ve rızasına yönelik uygulanan bir dış politika stratejisidir. Küresel ekonomik rekabette uzun
vadeli çıktılar elde etmek ve meşruluk sağlanması adına uluslararası kamuoyların aklına ve kalbine hitap etmek
gerekmektedir. 21. yüzyıl iletişim teknolojilerinde büyük gelişmelerin olduğu ve bunun etkisinin diplomasi alanında
da görüldüğü bir dönemdir. Bu gelişmeler ışığında kamu diplomasisinin dijital diplomasi boyutu sayesinde yabancı
halklar ile doğrudan iletişime geçilebilmekte, karşılıklı bir etkileşim alanı oluşmaktadır. Dijital diplomasi kanalında
görsel iletişim başarılı bir etki bırakma yöntemidir. Görsel iletişim ile verilen mesajın yazılı içeriğini okumaktan ziyade
görsellerle bir ön sunum sağlanması alıcıların ilgisini çekmek adına önemlidir. Görsel iletişim etkiyi üst düzeye
çıkarmaktadır. Bir diğer özelliği ise, sosyal medyadaki aşırı bilgi yığınında görsel öğelerin rahatlatıcı bir etkiye sahip
olmasıdır. Zira, beynimiz görsel öğeler ile daha başarılı bir bilgi tutma kapasitesine sahiptir. Ayrıca daha fazla duygusal
etki yaratabilmektedir. Bu bakımdan dijital diplomaside kullanılan görseller bahsi geçen uluslararası aktörlerin görsel
yansımasıdır.
Bu araştırmada, görsel iletişimin diplomasideki etkisini incelemek adına dijital diplomasi üzerinden görsel
diplomasi kullanımı ile bir değerlendirme yapılmaktır. Yöntem olarak, öne çıkan sosyal medya araçlarının içerik
analizleri kullanılarak görsel iletişimin dijital diplomasisindeki etkisi araştırılmaktadır. Görsel iletişim olarak ise sosyal
medyada paylaşılan fotoğraflar ve görseller ele alınmakta özellikle kamu diplomasisi amaçlı sosyal medya hesapları
değerlendirilmektedir.
Anahtar kelimeler: Dijital Diplomasi, Görsel İletişim, Görsel Diplomasi, Kamu Diplomasisi.
ABSTRACT: The agenda of international relations is determined according to public interest and reaction. In
terms of present-day approaches, while hard power is maintained as a complementary element in international relations,
the general approach is based on the values through which soft diplomacy channels are applied. Public diplomacy is a
foreign policy strategy for the persuasion and consent of foreign peoples in foreign policy. It is necessary to address
the minds and hearts of international public opinion in order to achieve long-term outputs and legitimacy in global
economic competition. The 21st century is a period in which major advances in communication technologies have
taken place and its impact is also seen in the field of diplomacy. In the light of these developments, thanks to the digital
diplomacy dimension of public diplomacy, direct communication with foreign peoples can be established and an area
of mutual interaction is formed. Visual communication in the digital diplomacy channel is a successful method of
impact. Providing a visual presentation through visual communication rather than reading the content of the written
message is important to attract the attention of the receivers. Visual communication maximizes the impact. Another
feature is that visual elements have a relaxing effect on the excessive mass of information on social media. Because,
our brain has a successful capacity to hold more information thanks to visual elements. It can also have more emotional
impact. In this respect, visuals used in digital diplomacy are visual reflections of the mentioned international actors.
In this research, an evaluation is made with the use of visual diplomacy through digital diplomacy in order to
examine the effect of visual communication on diplomacy. As a method, the effect of visual communication on digital
diplomacy is investigated by using content analysis of prominent social media tools. As visual communication,
photographs and visuals shared on social media are handled, and social media accounts are evaluated especially for
public diplomacy.
Keywords: Digital Diplomacy, Visual Communication, Visual Diplomacy, Public Diplomacy.
yaklaşımları açısından baktığımızda, uluslararası ilişkilerde sert güç tamamlayıcı unsur olarak muhafaza edilirken genel
yaklaşım yumuşak diplomasi kanallarının uygulandığı değerler üzerinden olmaktadır. Kamu diplomasisi dış politikada
yabancı halkların iknasına ve rızasına yönelik uygulanan bir dış politika stratejisidir. Küresel ekonomik rekabette uzun
vadeli çıktılar elde etmek ve meşruluk sağlanması adına uluslararası kamuoyların aklına ve kalbine hitap etmek
gerekmektedir. 21. yüzyıl iletişim teknolojilerinde büyük gelişmelerin olduğu ve bunun etkisinin diplomasi alanında
da görüldüğü bir dönemdir. Bu gelişmeler ışığında kamu diplomasisinin dijital diplomasi boyutu sayesinde yabancı
halklar ile doğrudan iletişime geçilebilmekte, karşılıklı bir etkileşim alanı oluşmaktadır. Dijital diplomasi kanalında
görsel iletişim başarılı bir etki bırakma yöntemidir. Görsel iletişim ile verilen mesajın yazılı içeriğini okumaktan ziyade
görsellerle bir ön sunum sağlanması alıcıların ilgisini çekmek adına önemlidir. Görsel iletişim etkiyi üst düzeye
çıkarmaktadır. Bir diğer özelliği ise, sosyal medyadaki aşırı bilgi yığınında görsel öğelerin rahatlatıcı bir etkiye sahip
olmasıdır. Zira, beynimiz görsel öğeler ile daha başarılı bir bilgi tutma kapasitesine sahiptir. Ayrıca daha fazla duygusal
etki yaratabilmektedir. Bu bakımdan dijital diplomaside kullanılan görseller bahsi geçen uluslararası aktörlerin görsel
yansımasıdır.
Bu araştırmada, görsel iletişimin diplomasideki etkisini incelemek adına dijital diplomasi üzerinden görsel
diplomasi kullanımı ile bir değerlendirme yapılmaktır. Yöntem olarak, öne çıkan sosyal medya araçlarının içerik
analizleri kullanılarak görsel iletişimin dijital diplomasisindeki etkisi araştırılmaktadır. Görsel iletişim olarak ise sosyal
medyada paylaşılan fotoğraflar ve görseller ele alınmakta özellikle kamu diplomasisi amaçlı sosyal medya hesapları
değerlendirilmektedir.
Anahtar kelimeler: Dijital Diplomasi, Görsel İletişim, Görsel Diplomasi, Kamu Diplomasisi.
ABSTRACT: The agenda of international relations is determined according to public interest and reaction. In
terms of present-day approaches, while hard power is maintained as a complementary element in international relations,
the general approach is based on the values through which soft diplomacy channels are applied. Public diplomacy is a
foreign policy strategy for the persuasion and consent of foreign peoples in foreign policy. It is necessary to address
the minds and hearts of international public opinion in order to achieve long-term outputs and legitimacy in global
economic competition. The 21st century is a period in which major advances in communication technologies have
taken place and its impact is also seen in the field of diplomacy. In the light of these developments, thanks to the digital
diplomacy dimension of public diplomacy, direct communication with foreign peoples can be established and an area
of mutual interaction is formed. Visual communication in the digital diplomacy channel is a successful method of
impact. Providing a visual presentation through visual communication rather than reading the content of the written
message is important to attract the attention of the receivers. Visual communication maximizes the impact. Another
feature is that visual elements have a relaxing effect on the excessive mass of information on social media. Because,
our brain has a successful capacity to hold more information thanks to visual elements. It can also have more emotional
impact. In this respect, visuals used in digital diplomacy are visual reflections of the mentioned international actors.
In this research, an evaluation is made with the use of visual diplomacy through digital diplomacy in order to
examine the effect of visual communication on diplomacy. As a method, the effect of visual communication on digital
diplomacy is investigated by using content analysis of prominent social media tools. As visual communication,
photographs and visuals shared on social media are handled, and social media accounts are evaluated especially for
public diplomacy.
Keywords: Digital Diplomacy, Visual Communication, Visual Diplomacy, Public Diplomacy.
This study was designed tactile communication design products for the visually impaired. In this study, it is aimed to enable visually impaired people to be aware of the animate, moving and changing life. As a method, the visually... more
This study was designed tactile communication design products for the visually impaired. In this study, it is aimed to enable visually impaired people to be aware of the animate, moving and changing life. As a method, the visually impaired were interviewed about problems. Answers were sought for the following open-ended questions. 1. Are there any advertising posters and brochures designed for you around where you live?2. Through which tools are you informed by the advertisements and notifications?3. If there were tactile advertisement and bulletin boards designed for you outdoors, would you use them?4. If the billboards at the bus stops were designed for you with annotated tactile signs, how much useful would they be?5. Would you use them if there were informative advertisements and notifications placed on the stair railings?6. Would you read if there was a part for you at the daily newspapers and magazines?The interviews were analyzed and analytical materials devoted t...
Yayınevinin yazılı izni olmaksızın, kitabın tümünün veya bir kısmının elektronik, mekanik ya da fotokopi yoluyla basımı, yayımı, çoğaltımı ve dağıtımı yapılamaz. Nobel Yayın Grubu, 1984 yılından itibaren ulusal ve 2011 yılından itibaren... more
Yayınevinin yazılı izni olmaksızın, kitabın tümünün veya bir kısmının elektronik, mekanik ya da fotokopi yoluyla basımı, yayımı, çoğaltımı ve dağıtımı yapılamaz. Nobel Yayın Grubu, 1984 yılından itibaren ulusal ve 2011 yılından itibaren ise uluslararası düzeyde düzenli olarak faaliyet yürütmekte ve yayınladığı kitaplar, ulusal ve uluslararası düzeydeki yükseköğretim kurumları kataloglarında yer almaktadır. "NOBEL BİLİMSEL ESERLER" bir Nobel Akademik Yayıncılık markasıdır.
It is not possible to think of the concepts of democracy, public sphere and civil society separately. Although democracy has a negative meaning in the etymological sense, the diversity of discourse and opinion in the public sphere... more
It is not possible to think of the concepts of democracy, public
sphere and civil society separately. Although democracy has a negative
meaning in the etymological sense, the diversity of discourse and
opinion in the public sphere provides a positive meaning for democracy
as a means of forming a pluralism. In addition to this, the fact that civil
society is formed separately from the government and enables
individuals to form their voices makes it possible to develop and
strengthen democracy like polyphony in the public sphere. In addition
to all these concepts, the existence of what we call social capital is an
important source of reference, especially for countries in the process of
democratizationFrom a macro-level perspective, the process of
democratization is accelerating as social capital accumulates. Public
relations activities has great importance in the accumulation of social
capital.
Democracy has had a negative meaning because of Demos and
Kratos' reputation; however, this negativity is eliminated by the
establishment of a pluralism-based society. Unlike majority based
democracy; an understanding of democracy that allows the individual
to be represented alone leads all mankind to put their administrative
hopes on democracy. As a matter of fact, such an understanding of
democracy describes a managerial system in which everyone is willing.
The space where these managerial hopes are staged is called the public
sphere.
The public sphere has been created as a result of a disintegration
resulting from human imagination in the uninterrupted nature.
According to this very philosophical approach, since human beings
perceive the differences in the integrity of nature as an disintegration
and separation, he invented the bridge in order to re-integrate the
imagined separation. Over time, the bridge proved and reinforced its
existence as an extension that everyone passed by. However, the more
people cross that bridge, the more common the bridge has gained
meaning. Just as how a bridge gains meaning, public sphere also
become meaningful depending on the diversity of discourses that is
produced in it. But from time to time the public sphere is collapsing
under the weight of what we call the state. At this point, the formation
that we call civil society helps the public sphere to strengthen and rise
again.
Civil society; it is a mechanism independent of the state and has
the authority to control the state actions. Civil society, after the
legislation, propulsion, judiciary and media, has a limiting effect on the
state as the fifth power. In this context, civil society prevents the state
from occupying the public space and managing it in its own monopoly.
It also functions as a kind of representation mechanism on behalf of
individuals who may be inadequate to make their voices heard. It
mediates the presentation of discourses and ideas that citizens have
individually. In this way, pluralism in the public sphere is ensured and
positive democracy becomes operational. However, civil society is not
the only mechanism to build democracy. People need to trust each other
and cooperate. And the more social capital is accumulated, the more
people trust each other and cooperate.
Social capital is a concept that describes the individuals who live
in the same society to trust each other, to work cooperatively and to
approach each other with tolerance. Therefore, it is easier for
individuals living in societies with high social capital to express their
opinions fearlessly than other societies. The ideas and discourses that
can be declared fearlessly can also be seen in the revival of the public
sphere; this leads to the development of pluralism-based democracy.
Therefore, as social capital accumulates, democracy develops and the
process of democratization accelerates. In this sense, social capital
functions as a recipe for societies that is freshly democratised.
Considering the early years of the Republic in Turkey, it does
not seem wrong to say that this prescription was applied cautiously.
Unlike in Europe, there was an attempt to imbue democracy
consciousness in Turkish society, which did not have any political
demands or awareness. This situation has turned the democratization
process in Turkey into a kind of educational campaign. In this respect,
the village institutes, which can be described as the study of
governmental public relations, have been designed as a means of this
mobilization. The education provided in the village institutes allowed
the creation of civil society. In addition, the village institutes allowed
the accumulation of social capital and the revival of the public sphere
as a result of the increase of social capital and social trust. As a result,
this process has accelerated the democratization process and gained
awareness of democracy in the presence of a very untouched mass in
political issues such as peasants. In this respect, village institutes are the best examples of the relationship between democracy, public sphere,
civil society and public relations from the perspective of social capital.
sphere and civil society separately. Although democracy has a negative
meaning in the etymological sense, the diversity of discourse and
opinion in the public sphere provides a positive meaning for democracy
as a means of forming a pluralism. In addition to this, the fact that civil
society is formed separately from the government and enables
individuals to form their voices makes it possible to develop and
strengthen democracy like polyphony in the public sphere. In addition
to all these concepts, the existence of what we call social capital is an
important source of reference, especially for countries in the process of
democratizationFrom a macro-level perspective, the process of
democratization is accelerating as social capital accumulates. Public
relations activities has great importance in the accumulation of social
capital.
Democracy has had a negative meaning because of Demos and
Kratos' reputation; however, this negativity is eliminated by the
establishment of a pluralism-based society. Unlike majority based
democracy; an understanding of democracy that allows the individual
to be represented alone leads all mankind to put their administrative
hopes on democracy. As a matter of fact, such an understanding of
democracy describes a managerial system in which everyone is willing.
The space where these managerial hopes are staged is called the public
sphere.
The public sphere has been created as a result of a disintegration
resulting from human imagination in the uninterrupted nature.
According to this very philosophical approach, since human beings
perceive the differences in the integrity of nature as an disintegration
and separation, he invented the bridge in order to re-integrate the
imagined separation. Over time, the bridge proved and reinforced its
existence as an extension that everyone passed by. However, the more
people cross that bridge, the more common the bridge has gained
meaning. Just as how a bridge gains meaning, public sphere also
become meaningful depending on the diversity of discourses that is
produced in it. But from time to time the public sphere is collapsing
under the weight of what we call the state. At this point, the formation
that we call civil society helps the public sphere to strengthen and rise
again.
Civil society; it is a mechanism independent of the state and has
the authority to control the state actions. Civil society, after the
legislation, propulsion, judiciary and media, has a limiting effect on the
state as the fifth power. In this context, civil society prevents the state
from occupying the public space and managing it in its own monopoly.
It also functions as a kind of representation mechanism on behalf of
individuals who may be inadequate to make their voices heard. It
mediates the presentation of discourses and ideas that citizens have
individually. In this way, pluralism in the public sphere is ensured and
positive democracy becomes operational. However, civil society is not
the only mechanism to build democracy. People need to trust each other
and cooperate. And the more social capital is accumulated, the more
people trust each other and cooperate.
Social capital is a concept that describes the individuals who live
in the same society to trust each other, to work cooperatively and to
approach each other with tolerance. Therefore, it is easier for
individuals living in societies with high social capital to express their
opinions fearlessly than other societies. The ideas and discourses that
can be declared fearlessly can also be seen in the revival of the public
sphere; this leads to the development of pluralism-based democracy.
Therefore, as social capital accumulates, democracy develops and the
process of democratization accelerates. In this sense, social capital
functions as a recipe for societies that is freshly democratised.
Considering the early years of the Republic in Turkey, it does
not seem wrong to say that this prescription was applied cautiously.
Unlike in Europe, there was an attempt to imbue democracy
consciousness in Turkish society, which did not have any political
demands or awareness. This situation has turned the democratization
process in Turkey into a kind of educational campaign. In this respect,
the village institutes, which can be described as the study of
governmental public relations, have been designed as a means of this
mobilization. The education provided in the village institutes allowed
the creation of civil society. In addition, the village institutes allowed
the accumulation of social capital and the revival of the public sphere
as a result of the increase of social capital and social trust. As a result,
this process has accelerated the democratization process and gained
awareness of democracy in the presence of a very untouched mass in
political issues such as peasants. In this respect, village institutes are the best examples of the relationship between democracy, public sphere,
civil society and public relations from the perspective of social capital.
Moliere’in Kibarlık Budalası adlı eserinin ana kahramanı olan Mösyö Jourdain, asilzade olmak isteyen bir burjuvadır ve bu amaca ulaşmak için elinden geleni yapar; ancak bu çaba uğruna gülünç durumlara düşer. Asilzade ünvanına sahip olmak... more
Moliere’in Kibarlık Budalası adlı eserinin ana kahramanı
olan Mösyö Jourdain, asilzade olmak isteyen bir burjuvadır
ve bu amaca ulaşmak için elinden geleni yapar; ancak bu çaba
uğruna gülünç durumlara düşer. Asilzade ünvanına sahip
olmak için birçok yönden eksik olduğundan, bu eksiklerini
kapatmak ve ortadan kaldırmak üzere kendisine hocalar tutar. Bu hocalardan biri de felsefe hocasıdır. Mösyö Jourdain,
felsefe hocasına kibar bir kadına âşık olduğunu ve ona olan
aşkını ifade eden bir pusula yazmak istediğini söyleyerek,
kendisinden yardım ister. Buna istinaden hocası da bu derdini şiirsel olarak mı yoksa düzyazı biçiminde mi dile getirmek
istediğini sorar. Bu iki yazınsal ifade ediş biçiminin ne oldu-
ğunu tam olarak bilmeyen Mösyö Jourdain, hocasına konuşulan şeyin ne olduğunu sorar. Hocası da konuşmanın aslında
düzyazı olduğu yönünde cevap verir. Bu cevaba istinaden
Mösyö Jourdain, büyük bir şaşkınlık yaşayarak, “Demek kırk yıldır farkında olmadan düzyazı konuşuyormuşum; bunu
öğrettiğiniz için teşekkür ederim” der.
Stephen E. Toulmin’e göre, muhakeme ve argümantasyon
konusu da, Mösyö Jourdain’in düzyazının ne olduğunu öğrenme hikâyesine benzemektedir (Toulmin vd., 1984: 18). İnsanlar
dili öğrenmeye başladıkları andan itibaren bir şekilde muhakeme ve argümantasyonu da öğrenmektedirler; ancak Mösyö
Jourdain gibi yaptıkları şeyin ne olduğu konusunda pek kafa
yormamaktadırlar. Toulmin ise, aynı felsefe hocasının Mösyö
Jourdain’e öğrettiği gibi, argümantasyon ve muhakemenin hayatımızın her alanında kullandığımız dilin bir parçası olduğunu hatırlatmaktadır. Dolayısıyla; dili öğrenmeye başladığımız
andan itibaren muhakeme ve argümantasyon yaptığımız konusunda bizi farkında kıldığı için Toulmin’e borçluyuz.
Aslına bakılırsa argümantasyon ve muhakeme konusunda var olan aymazlık, bilim alanındaki formal mantık tahakkümünden kaynaklanmıştır. Bilimin sadece formal mantıkla
ilişkilendirilmesi, 1950’li yıllara kadar argümantasyon ve muhakeme konusunun gözden kaçırılmasına sebep olmuştur.
1950’li yıllarda mantığın tam olarak ne olduğu, nasıl bir sınıflandırmaya sokulması gerektiğine yönelik ortaya çıkan tartış-
mada Toulmin’in şahsına münhasır görüşü, informal mantık
alanının güçlenmesine; argümantasyon ve muhakeme konusundaki aymazlığın ortadan kalkmasına vesile olmuştur.
Toulmin’e göre mantık, ne bir bilimdir ne de bir bilimin
tekniğidir. Mantık, günlük yaşamımızın bir parçası olup, bilimin içerisine hapsettiği sınırlardan kurtarılması gereken bir
alandır (Toulmin, 2003: 2). Mantığın yıllar boyunca sadece
bilimin bir parçasıymış gibi gösterilmesi, bilim insanları haricindeki insanların mantık alanını sahiplenememesine sebep
olmuştur. Dolayısıyla mantık, tam olarak anlaşılamamış bir
alan olarak tezahür etmiştir.
Bilimin inhisarında bulunan mantığın tam olarak anlaşı-
lamaması, mantıksal çerçevenin formal bir yapı olarak kurgulanmasından kaynaklanmıştır. Formal yapıda kurgulanmış
bu çerçeve ise mantığın sadece tümevarım, tümdengelim ve analoji yöntemleriyle yürütülebileceği algısını ortaya çıkarmıştır. Oysa mantık, Batı literatüründeki karşılığı olan logos
ve logic kavramlarına istinaden insan zihnindeki kaosu dindirerek belli bir düzen yaratmak; bilinmeyini, sırrına vakıf
olunabilir hale getirmektir (Anık, 2010: viii). Bu tanım, bilimin gaye ve kaygılarıyla örtüşmektedir. Ancak günlük yaşantımızın bir parçası olan ve hatta bilimi bile icra edebilmemize,
bilimsel yöntemlerle elde ettiğimiz bulguları saklayıp aktarmamıza olanak sağlayan dilin de bir mantığı bulunmaktadır.
Dilin sahip olduğu bu mantıksal düzen bilimin kullandığı
mantıksal yöntemlerden farklılık göstermektedir. Hiçbir insan konuşma esnasında, önce bilinenleri söyleyip daha sonra
ileri süreceği argümanı dile getirmemektedir. Bunun yerine,
önce argüman ileri sürülmekte daha sonra ihtiyaç duyulması
halinde argümana yönelik temellendirmelerde bulunulmaktadır. Toulmin de, 1958 yılında yazdığı “The Uses of Argument” adlı eserinde tam olarak bu durumu ileri sürmektedir.
Toulmin’e göre argümantasyon ve muhakeme, en iyi hukuk alanında gözlenebilmektedir. Bir avukat jüri üyelerine
karşı müvekkilini savunurken ilk önce müvekkilinin suçsuz
olduğuna yönelik bir argüman ileri sürer. Bu yaklaşım ve
ifade ediş biçimi, bilimsel mantık alanının zıttı bir biçimde
icra edilmektedir. Müvekkilinin suçsuz olduğunu ileri süren
avukat, jüri üyelerinin sordukları ya da sormaları muhtemel
soruları göz önünde bulundurarak müvekkilinin suçsuz olduğunu gerekçelendirip temellendirir. Bu durum bilimsel
mantığın tersten işletilmesi olarak değerlendirilmektedir. Dolayısıyla Toulmin’in mantık üzerine sahip olduğu yaklaşım
ve argümantasyon kuramı bazı çevrelerce eleştirilmiştir.
Ancak her ne kadar eleştirilerin odağına yerleştirilse de
argümantasyon kuramı, geniş çevrelerce sahiplenilmiş ve bu
kuramdan esinlenilerek farklı birçok argümantasyon kuramı
geliştirilmiştir. Hatta argümantasyon ve muhakeme, mantı-
ğın dışında ele alınarak diyalektik ve retorik alanlarıyla iliş-
kilendirilmiştir. Bu ilişkilendirme sonucunda da diyalojik ve
retorik argümantasyon kuramları ortaya çıkmıştır. Bunun yanı sıra argümantasyonun tam olarak ne olduğunu ortaya
koymak isteyen birçok yazar, argümantasyon üzerine tanım
ve tasvirlerde bulunarak kavramsal çerçeveyi genişletmiştir.
olan Mösyö Jourdain, asilzade olmak isteyen bir burjuvadır
ve bu amaca ulaşmak için elinden geleni yapar; ancak bu çaba
uğruna gülünç durumlara düşer. Asilzade ünvanına sahip
olmak için birçok yönden eksik olduğundan, bu eksiklerini
kapatmak ve ortadan kaldırmak üzere kendisine hocalar tutar. Bu hocalardan biri de felsefe hocasıdır. Mösyö Jourdain,
felsefe hocasına kibar bir kadına âşık olduğunu ve ona olan
aşkını ifade eden bir pusula yazmak istediğini söyleyerek,
kendisinden yardım ister. Buna istinaden hocası da bu derdini şiirsel olarak mı yoksa düzyazı biçiminde mi dile getirmek
istediğini sorar. Bu iki yazınsal ifade ediş biçiminin ne oldu-
ğunu tam olarak bilmeyen Mösyö Jourdain, hocasına konuşulan şeyin ne olduğunu sorar. Hocası da konuşmanın aslında
düzyazı olduğu yönünde cevap verir. Bu cevaba istinaden
Mösyö Jourdain, büyük bir şaşkınlık yaşayarak, “Demek kırk yıldır farkında olmadan düzyazı konuşuyormuşum; bunu
öğrettiğiniz için teşekkür ederim” der.
Stephen E. Toulmin’e göre, muhakeme ve argümantasyon
konusu da, Mösyö Jourdain’in düzyazının ne olduğunu öğrenme hikâyesine benzemektedir (Toulmin vd., 1984: 18). İnsanlar
dili öğrenmeye başladıkları andan itibaren bir şekilde muhakeme ve argümantasyonu da öğrenmektedirler; ancak Mösyö
Jourdain gibi yaptıkları şeyin ne olduğu konusunda pek kafa
yormamaktadırlar. Toulmin ise, aynı felsefe hocasının Mösyö
Jourdain’e öğrettiği gibi, argümantasyon ve muhakemenin hayatımızın her alanında kullandığımız dilin bir parçası olduğunu hatırlatmaktadır. Dolayısıyla; dili öğrenmeye başladığımız
andan itibaren muhakeme ve argümantasyon yaptığımız konusunda bizi farkında kıldığı için Toulmin’e borçluyuz.
Aslına bakılırsa argümantasyon ve muhakeme konusunda var olan aymazlık, bilim alanındaki formal mantık tahakkümünden kaynaklanmıştır. Bilimin sadece formal mantıkla
ilişkilendirilmesi, 1950’li yıllara kadar argümantasyon ve muhakeme konusunun gözden kaçırılmasına sebep olmuştur.
1950’li yıllarda mantığın tam olarak ne olduğu, nasıl bir sınıflandırmaya sokulması gerektiğine yönelik ortaya çıkan tartış-
mada Toulmin’in şahsına münhasır görüşü, informal mantık
alanının güçlenmesine; argümantasyon ve muhakeme konusundaki aymazlığın ortadan kalkmasına vesile olmuştur.
Toulmin’e göre mantık, ne bir bilimdir ne de bir bilimin
tekniğidir. Mantık, günlük yaşamımızın bir parçası olup, bilimin içerisine hapsettiği sınırlardan kurtarılması gereken bir
alandır (Toulmin, 2003: 2). Mantığın yıllar boyunca sadece
bilimin bir parçasıymış gibi gösterilmesi, bilim insanları haricindeki insanların mantık alanını sahiplenememesine sebep
olmuştur. Dolayısıyla mantık, tam olarak anlaşılamamış bir
alan olarak tezahür etmiştir.
Bilimin inhisarında bulunan mantığın tam olarak anlaşı-
lamaması, mantıksal çerçevenin formal bir yapı olarak kurgulanmasından kaynaklanmıştır. Formal yapıda kurgulanmış
bu çerçeve ise mantığın sadece tümevarım, tümdengelim ve analoji yöntemleriyle yürütülebileceği algısını ortaya çıkarmıştır. Oysa mantık, Batı literatüründeki karşılığı olan logos
ve logic kavramlarına istinaden insan zihnindeki kaosu dindirerek belli bir düzen yaratmak; bilinmeyini, sırrına vakıf
olunabilir hale getirmektir (Anık, 2010: viii). Bu tanım, bilimin gaye ve kaygılarıyla örtüşmektedir. Ancak günlük yaşantımızın bir parçası olan ve hatta bilimi bile icra edebilmemize,
bilimsel yöntemlerle elde ettiğimiz bulguları saklayıp aktarmamıza olanak sağlayan dilin de bir mantığı bulunmaktadır.
Dilin sahip olduğu bu mantıksal düzen bilimin kullandığı
mantıksal yöntemlerden farklılık göstermektedir. Hiçbir insan konuşma esnasında, önce bilinenleri söyleyip daha sonra
ileri süreceği argümanı dile getirmemektedir. Bunun yerine,
önce argüman ileri sürülmekte daha sonra ihtiyaç duyulması
halinde argümana yönelik temellendirmelerde bulunulmaktadır. Toulmin de, 1958 yılında yazdığı “The Uses of Argument” adlı eserinde tam olarak bu durumu ileri sürmektedir.
Toulmin’e göre argümantasyon ve muhakeme, en iyi hukuk alanında gözlenebilmektedir. Bir avukat jüri üyelerine
karşı müvekkilini savunurken ilk önce müvekkilinin suçsuz
olduğuna yönelik bir argüman ileri sürer. Bu yaklaşım ve
ifade ediş biçimi, bilimsel mantık alanının zıttı bir biçimde
icra edilmektedir. Müvekkilinin suçsuz olduğunu ileri süren
avukat, jüri üyelerinin sordukları ya da sormaları muhtemel
soruları göz önünde bulundurarak müvekkilinin suçsuz olduğunu gerekçelendirip temellendirir. Bu durum bilimsel
mantığın tersten işletilmesi olarak değerlendirilmektedir. Dolayısıyla Toulmin’in mantık üzerine sahip olduğu yaklaşım
ve argümantasyon kuramı bazı çevrelerce eleştirilmiştir.
Ancak her ne kadar eleştirilerin odağına yerleştirilse de
argümantasyon kuramı, geniş çevrelerce sahiplenilmiş ve bu
kuramdan esinlenilerek farklı birçok argümantasyon kuramı
geliştirilmiştir. Hatta argümantasyon ve muhakeme, mantı-
ğın dışında ele alınarak diyalektik ve retorik alanlarıyla iliş-
kilendirilmiştir. Bu ilişkilendirme sonucunda da diyalojik ve
retorik argümantasyon kuramları ortaya çıkmıştır. Bunun yanı sıra argümantasyonun tam olarak ne olduğunu ortaya
koymak isteyen birçok yazar, argümantasyon üzerine tanım
ve tasvirlerde bulunarak kavramsal çerçeveyi genişletmiştir.
Sembolik şiddet, bir toplumda zuhur eden şiddetin kibar ve görünmez formunu tasvir etmek için kullanı- lan bir kavramdır. Bourdieu tarafından kavramsallaştırılmış bu şiddet türü, toplumun bireylerince farkına varı- lamayan, maruz kalanlar... more
Sembolik şiddet, bir toplumda zuhur eden şiddetin kibar ve görünmez formunu tasvir etmek için kullanı-
lan bir kavramdır. Bourdieu tarafından kavramsallaştırılmış bu şiddet türü, toplumun bireylerince farkına varı-
lamayan, maruz kalanlar tarafından onaylanan ve yeniden üretilen şiddettir. Tüketimci değerlerin yayılması ve
kitlelerin daha çok tüketmesinin kamçılanması amaçlanarak kitlelere dayatılan özel günler hediye alma-verme
ritüeli ile özdeşleştirilmiştir. Gerek bu ritüelin devam ettirilmesine yönelik manipülatif mesajlar gerekse ritüel
sergilenirken kadın ve erkeklerin bürünmeleri istenilen roller içerisinde çeşitli sembolik şiddet unsurları barındırmaktadırlar. Tüketim objelerine ve markalara anlam ve sembollerin yüklenmesinde başat araçlardan olan
reklamlar, bu kurgulanmış günlerin yapay anlamlarının yeniden üretilmesi ve kitlelerde adeta zorunluymuşçasına tüketme dürtüsü yaratması açısından özel günler için kritik öneme sahiptir. Bu yüzden özel günler ve sembolik şiddet ilişkisini irdelemek açısından reklamlar önemli bir çalışma alanıdır.
lan bir kavramdır. Bourdieu tarafından kavramsallaştırılmış bu şiddet türü, toplumun bireylerince farkına varı-
lamayan, maruz kalanlar tarafından onaylanan ve yeniden üretilen şiddettir. Tüketimci değerlerin yayılması ve
kitlelerin daha çok tüketmesinin kamçılanması amaçlanarak kitlelere dayatılan özel günler hediye alma-verme
ritüeli ile özdeşleştirilmiştir. Gerek bu ritüelin devam ettirilmesine yönelik manipülatif mesajlar gerekse ritüel
sergilenirken kadın ve erkeklerin bürünmeleri istenilen roller içerisinde çeşitli sembolik şiddet unsurları barındırmaktadırlar. Tüketim objelerine ve markalara anlam ve sembollerin yüklenmesinde başat araçlardan olan
reklamlar, bu kurgulanmış günlerin yapay anlamlarının yeniden üretilmesi ve kitlelerde adeta zorunluymuşçasına tüketme dürtüsü yaratması açısından özel günler için kritik öneme sahiptir. Bu yüzden özel günler ve sembolik şiddet ilişkisini irdelemek açısından reklamlar önemli bir çalışma alanıdır.
Devlet fikri, düzen ihtiyacından kaynaklanmaktadır. Düzen ise belirli bir kuralın üretilmesi ile mümkündür. Çünkü insan, mevcut duruma göre hareket etmeye meyilli teleolojik bir varlıktır. İnsan varlığının bu özelliği, kuralların sürekli... more
Devlet fikri, düzen ihtiyacından kaynaklanmaktadır. Düzen ise belirli bir kuralın üretilmesi ile mümkündür. Çünkü insan, mevcut duruma göre hareket etmeye meyilli teleolojik bir varlıktır. İnsan varlığının bu özelliği, kuralların sürekli bir biçimde değiştirilip dönüştürülmesini gerekli kılmaktadır. Dolayısıyla devlet, toplumun bütün bireyleri nezdinde standart hale getirilmiş kuralları üretmek ve uygulamak üzere hakem rolünü
üstlenmiş bir tüzel kişilik olarak zuhur etmektedir. Devlete atfedilen bu rol, düzeni tesis etmek adına devletin
bireyler üzerinde şiddet uygulamasını meşru hale getirmektedir. Devletin uygulamaya muktedir olduğu şiddet
türleri ise fiili ve sembolik olmak üzere ikiye ayrılmaktadır ve yine devletin benimsediği siyasal ideolojiye
bağlı olarak uygulanan bu iki farklı şiddet türünün dozu değişkenlik göstermektedir. Öz olarak çoğu, totaliter
bir devletin dünya düzenini tesis etme biçimini inceleyen distopik metinler, şiddetin yoğun olarak kullanıldığı
dünyaları betimlerler. Fiili ve sembolik şiddet unsurlarının birbiriyle kesişen ve birbirinden ayrılan yönlerini
ortaya koymak ve bu şiddet türlerinin iktidarın sağlanması ve yeniden üretilmesi için ne tür işlevleri yerine
getirdiğini saptamak amacıyla bu metinler oldukça güzel birer örnektirler.
üstlenmiş bir tüzel kişilik olarak zuhur etmektedir. Devlete atfedilen bu rol, düzeni tesis etmek adına devletin
bireyler üzerinde şiddet uygulamasını meşru hale getirmektedir. Devletin uygulamaya muktedir olduğu şiddet
türleri ise fiili ve sembolik olmak üzere ikiye ayrılmaktadır ve yine devletin benimsediği siyasal ideolojiye
bağlı olarak uygulanan bu iki farklı şiddet türünün dozu değişkenlik göstermektedir. Öz olarak çoğu, totaliter
bir devletin dünya düzenini tesis etme biçimini inceleyen distopik metinler, şiddetin yoğun olarak kullanıldığı
dünyaları betimlerler. Fiili ve sembolik şiddet unsurlarının birbiriyle kesişen ve birbirinden ayrılan yönlerini
ortaya koymak ve bu şiddet türlerinin iktidarın sağlanması ve yeniden üretilmesi için ne tür işlevleri yerine
getirdiğini saptamak amacıyla bu metinler oldukça güzel birer örnektirler.
- by Celil Ünal and +1
- •
- Social Psychology, Communication, Literature