Sayı 51 by Selçuk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi

Selçuk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, 2024
Bu çalışma Selçuklu Hanedanlığındaki evlilik yaşları ve evlilik türlerini kapsamaktadır. Büyük Se... more Bu çalışma Selçuklu Hanedanlığındaki evlilik yaşları ve evlilik türlerini kapsamaktadır. Büyük Selçuklu Devleti özelinde Selçuklu Hanedanlığından yola çıkılarak evlilik yaşlarının tespiti, evlilik şekillerinden levirat geleneğinin örnekleri ve yaygınlığı ile evliliklerin ne amaçlarla yapıldığı konularında bazı tespitleri içermektedir. Çalışmanın amacı; Selçuklu Hanedanlığı örneğinde Türklerde evlenme yaşlarının sınırları, evlilikte yaş farkı, sultan öldükten sonra hanımının durumu, levirat türü evliliklerin olup olmadığı gibi konuları ortaya koymaktır. Çalışmanın sınırlılığı Selçuklu Hanedanlığı özelinde bırakılmıştır. Selçuklu sosyal ve kültürel hayatı üzerine birçok eser kaleme alınmış pek çok ilmi araştırma yapılmıştır. Bu çalışmalarda kadınların daha çok siyasi yönlerden evliliğe etkileri araştırılmış fakat kadın açısından da önemli konulardan olması gereken evlendirildikleri yaşların, eşlerinin yaşları ile kıyaslanması yoluna gidilmemiştir. Bu çalışma bu noktada bir ilk olma özelliği taşımaktadır. Zira günümüzde evlilik yaşları ile ilgili pek çok yorum ve değerlendirme yapılmaktadır. Bu yorum ve değerlendirmelerde anakronik bir yanlış içerisine girilerek günümüz normları üzerinden geçmiş yargılanmaya çalışılmaktadır. Bu nedenle çalışmada dönem kaynaklarındaki bilgiler titizlikle incelenip kıyaslamalar da yapılarak bir sonuca ulaşılmaya çalışılmış ve Orta Çağ dünyasının genelinde olduğu gibi Selçuklularda da evliliklerin çok erken yaşlarda gerçekleştirildiği ortaya konulmuştur. Araştırmanın sonucunda tarihi olayları değerlendirirken dönemin şartlarının, âdet, gelenek ve göreneklerinin toplumlara göre şekillendiğinin, dolayısıyla kıyas yapılırken o toplum tarafından gerçekleştirilen eylemin nasıl bir tepkiyle karşılandığının göz önünde bulundurulması gerektiği ön plana çıkmaktadır. Zira Selçuklu özelinde yaptığımız tespitlerde halk nezdinde bu durumlar yadırganmamış ve bir tepki almamıştır.

Selçuk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, 2024
Bu çalışma Germen asıllı bir Sakson krallığı olan Ottoların Orta Çağ Avrupa'sında kimlik oluşturm... more Bu çalışma Germen asıllı bir Sakson krallığı olan Ottoların Orta Çağ Avrupa'sında kimlik oluşturma süreçlerine ve bu süreçte Bizans İmparatorluğu ekseninde elde etmeye çalıştıkları Romalılık kimliğine odaklanmaktadır. Ottoların Romalılaşma çabaları araştırılırken, Germen kültürü ve Bizans etkisine dair bilgiler sunan başta dönem kaynakları olmak üzere bu konu özelinde katkı sağladığını düşündüğümüz araştırma eserler incelenmiştir. Elde edilen veriler Otto hükümdarlarının Romalılaşma sürecinde önceliklerinin dini açıdan siyasi ve toplumsal otoritelerini meşrulaştırmak ardından Romalı kimliği ile siyasi liderliklerini sağlamlaştırarak, imparatorluklarını genişletme hedefinde olduklarını göstermiştir. Kendilerini bu amaca adadıkları andan itibaren buldukları her fırsatı değerlendirme gayretinde olan Ottolar, Bizans ile sürekli temas halinde olmuşlardır. Özellikle Bizans İmparatorları VII. Constantine ve II. Nicephoros Phocas döneminde bir türlü nihayete erdirilemeyen akrabalık girişiminin, İmparator I. Ioannes Tzimiskes döneminde başarıyla sonuçlandırılmasıyla Romalılaşma hedeflerine bir adım daha yaklaşmışlardır. Bizans ile Theophano üzerinden kurulan akrabalık, kendisine ve hanedanına Romalılık kimliği kazandırmak adına çeşitli teşebbüslerde bulunan I. Otto’ya, Batı Roma topraklarında idari açıdan meşruiyet kazanma noktasında önemli katkılar sağlamıştır. Diplomasi yoluyla gerçekleştirilen bu evlilik sonrası Bizans imgeleri Ottoların yönetim anlayışlarında ve sanatsal faaliyetlerinde daha fazla ön plana çıkmaya başlamıştır. Ortaya çıkan tüm bu sonuçlar büyük bir medeniyet kuran Roma İmparatorluğu’nun, geride bıraktıklarına yasal mirasçı olma konusunda kitlelerin ne gibi adımlar attığını göstermesi açısından önemlidir.

Selçuk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, 2024
Bu çalışma benlik kurgusu, değerler, dindarlık ve farklı yalan türlerinin kabul edilebilirliği ar... more Bu çalışma benlik kurgusu, değerler, dindarlık ve farklı yalan türlerinin kabul edilebilirliği arasındaki ilişkileri incelemeyi amaçlamaktadır. Çalışmada 605 katılımcı, Yalanın Uygunluğu Testi, Portre Değerleri Anketi ve Özerk İlişkisel Benlik Ölçeğini doldurmuştur. Ayrıca olası tepki yanlılıkları göz önünde bulundurularak sosyal beğenirlik düzeyleri de kontrol amacıyla ölçülmüştür. Hiyerarşik regresyon analizinin sonuçları, dindarlık, muhafazacılık ve öz-genişletim değerlerinin kendini koruma yalanlarının kabul edilebilirliğini yordadığını göstermiştir. İmaj yönetimi yalanlarının kabul edilebilirliği açısından, muhafazacılık ve öz-genişletim değerleri ile özerk-ilişkisel benliğin anlamlı yordayıcılar olduğu görülmüştür. Prososyal yalanın kabul edilebilirliğinin anlamlı düzeyde yordayıcısı olan tek değişkenin öz-aşkınlık değerinin olduğu saptanmıştır. Geçiştirme yalanlarının kabul edilebilirliği, dindarlık ve özerk-ilişkisel benlik tarafından anlamlı olarak yordanmıştır. Çalışmanın bir diğer bulgusu ise muhafazacılık ve öz-genişletim değerleri ile dindarlık ve özerk-ilişkisel benlik kurgusunun zorunlu yalanların kabul edilebilirliğinin anlamlı yordayıcıları olduğudur. Sonuçlar, dindarlık, muhafazacılık ve kendini geliştirme değerleri ile otonom-ilişkisel benlik kurgusu değişkenlerinin, araçsal yalanların kabul edilebilirliğinin önemli yordayıcıları olduğunu göstermiştir. Son olarak, farklı yalan türlerinin toplam kabul edilebilirliği açısından; muhafazacılık ve öz -genişletim değerleri, dindarlık ve özerk-ilişkisel benlik kurgusu değişkenlerinin anlamlı yordayıcılar olduğu bulunmuştur. Bu çalışmadan elde edilen sonuçlar, yalana ilişkin muhakemelerin farklı sosyal faktörlerden etkilendiğini göstermektedir ve bu faktörler bulgular ışığında tartışılmıştır.

Selçuk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, 2024
Bu çalışma, delilik olgusunu konu edinmektedir. Çalışmanın amacı, delilerin bazı mekânlarda daha ... more Bu çalışma, delilik olgusunu konu edinmektedir. Çalışmanın amacı, delilerin bazı mekânlarda daha fazla görünür olmasının temel sebeplerini açığa çıkarmaktır. Konya Bedesten çarşısında yer alan Kapu Camii ve Aziziye Camilerinin etrafından neredeyse hiç ayrılmayan deliler vardır. Onların bu mekâna neden bu kadar sık geldikleri araştırma merakını oluşturmuştur. Söz konusu meraka dayalı olarak daha önce herhangi bir bilimsel çalışma yapılmamıştır. Bu durum araştırmanın özgün tarafı olarak sunulabilir. Araştırma delilik fenomeninin temelde kültürel bir inşa olduğunu; zamana, mekâna ve bağlama göre farklılık arz ettiğini iddia etmektedir. Nitekim bu araştırmanın yapıldığı mekânlarda, delilik olgusuna atfedilen anlamların sosyal, kültürel ve dini değerlerden bağımsız olmadığı görülmüştür. Çalışma, nitel araştırma yöntemine uygun bir şekilde tasarlanmıştır ve araştırmada kullanılan veri toplama tekniği mülakattır. Mülakatlar, yarı yapılandırılmış görüşme formu ile gerçekleştirilmiştir. Araştırmanın örneklemi, Kapu Camii ve Aziziye Camilerinin etrafında bulunan esnaflar arasından seçilmiştir. Bu noktada toplamda 20 esnafla derinlemesine görüşmeler gerçekleştirilmiştir. Katılımcılardan elde edilen veriler, iki ana tema ve 9 alt tema altında kodlanmış ve içerik analizi tekniği ile çözümlenmiştir. Sonuç olarak, delilerin Kapu ve Aziziye Camilerinin etrafında çok sık bulunmasını, esnafın onlara karşı geliştirdiği olumlu davranışlarla açıklamak mümkündür. Esnafın delilere ilişkin tutumunu belirleyen temel motivasyonların daha çok dini ve kültürel değerler olduğu saptanmıştır.

Selçuk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, 2024
Kan davaları, toplumsal alana etkileri itibariyle önemli bir yere sahiptir. Bu olay, alanı var ed... more Kan davaları, toplumsal alana etkileri itibariyle önemli bir yere sahiptir. Bu olay, alanı var eden kurumsallaşmış düzen ve işleyiş başta olmak üzere alanda rol yüklenmiş hemen herkesin yaşamına doğrudan etki eder. İnsan yaşamını hedef alan bu olay sonrasında ekonomik, sosyal ve kültürel kayıplara zemin hazırlar. Bu çalışma, kan davasını bütün kayıp ve bedellere rağmen meşru görenlerin bakış açılarına odaklanacaktır. Kan oyununda şan, şeref, namus ve haysiyet gibi kavramların sembolik yüklerine ve bunların kan davasının meydana gelmesindeki etkilerine yer verilmiştir. Çalışma, nitel yöntem üzerinden somutlaşmıştır. Kan davalarında erkeklik rolünün ön planda olmasından dolayı görüşmecilerin erkek olmasına dikkat edilmiştir. Aynı zamanda farklı kuşaklarda bulunan erkeklerin kan davasına yönelik hafızaları arasında bir kıyas yapılmıştır. Görüşmelerden sonra elde edilen veriler, bulgular kısmında, üç başlık altında derlenmiştir. Kan davasında şan, şeref, namus gibi kavramlar olayın gidişatını doğrudan etki ettiği gözlemlenmiştir. Sosyal çevre, tarafların kurumsallaşmış normlara bağlı kalarak hareket etmelerinde yönlendirici olduğu fark edilmiştir. Bu durum, olayın sonraki kuşaklara aktarılmasını sağlamıştır. Kanaat önderlerinin ise tarafların uzlaşmasını sağlayan geçerli otorite erki olduğuna yönelik ortak bir kanıdan söz edilebilir.

Selçuk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, 2024
Disiplinler arası çalışmaların önemi son yıllarda giderek artmaktadır. Sosyal bilimler özelinde i... more Disiplinler arası çalışmaların önemi son yıllarda giderek artmaktadır. Sosyal bilimler özelinde ise disiplinler arası geçişler ve etkileşimler güncel çalışmalarda daha fazla yer almaktadır. Modern dışı/öncesi toplulukları inceleyen antropoloji ile modern toplumları inceleyen sosyolojinin kesişim alanları en çok kent araştırmalarında kendisini göstermektedir. Sosyoloji açısından kent demografik, ekonomik, siyasi vb. yapısal açıdan ele alınırken, antropolojinin metoduyla kente yaklaşmak daha mikro alanların keşfedilmesine yol açmıştır. Bu makalenin amacı kent araştırmalarında antropolojik eğilimlerin yeni araştırma konuları (meseleler) ortaya çıkardığını böylece özgün yaklaşımlar sunulduğunu göstermektedir. Çağdaş kent toplumunu antropolojik yöntemlerle araştırmak, kente özgü keşfedilmemiş yeni alt kültür gruplarını veya insan ölçeğini merkeze alan gündelik rutinlerin keşfedilmesini sağlamıştır.

Selçuk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, 2024
Değerler kişiyi istediği hedeflere yönelten, kişinin eylemlerine rehberlik eden inanç ve bilişsel... more Değerler kişiyi istediği hedeflere yönelten, kişinin eylemlerine rehberlik eden inanç ve bilişsel yapılardır. Kişinin davranışlarına yön vermesi nedeniyle değerler kavramı psikoterapi ekollerinde son yıllarda çalışılmaya başlanmıştır. Bu sebeple bu çalışmanın temel amacı, değerler kavramının farklı iki yaklaşım açısından nasıl ele alındığını ve psikoterapide ne şekilde kullanıldığını incelemektir. Çalışmanın genel amacı doğrultusunda, her iki yaklaşımın insan doğasına olan bakış açısı ele alınmış ve değerler bağlamında benzer ve farklı yanlarına vurgu yapılmıştır. Sonuç olarak, her iki yaklaşımda da kişinin anlamlı bir hayat yaşaması adına değer odaklı eylemleri planlamanın önemli bir rolü olduğu görülmüştür. Ancak, Pozitif Psikoterapi ve Kabul ve Kararlılık Terapisi’ni birbirinden ayıran bazı hususlar vardır. En önemli noktalardan bir tanesi, Pozitif Psikoterapi’de danışanın iyi ve mutlu bir hayat için olumlu duyguları olumsuzlara kıyasla daha sık yaşaması vurgusudur. Kabul ve Kararlılık Terapisinde ise, olumsuz yaşantıyla birlikte değerler doğrultusunda bir yaşamın sürdürülebileceğidir. Diğer bir nokta ise, danışan değerler doğrultusunda adım atarken farklı yapıların devreye girebileceği göz önünde bulundurularak danışana ek beceriler öğretilmesidir. Pozitif Psikoterapi’ye kıyasla Kabul ve Kararlılık Terapisi’nin bu yapıları ele alması daha bütüncül bir yaklaşım olarak görülmüştür. Bu doğrultuda ruh sağlığı uzmanlarının değerler ile çalışırken danışanın önünde engel olarak gördüğü içsel deneyimleri de açığa çıkararak incelemesi gerektiği hususu önem arz etmektedir.

Selçuk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, 2024
Dekapitasyon, başın vücuttan kasıtlı veya kazara ayrılmasını ifade eder. Vücuda eklendiğinde, kaf... more Dekapitasyon, başın vücuttan kasıtlı veya kazara ayrılmasını ifade eder. Vücuda eklendiğinde, kafa, toplumda muhtemelen birçok rol ve kimliğe sahip olan bir birey olarak kolayca tanınabilir. Başın kesilmesi, sembolik bir alana geçiş şeklinde açıkçası pek çok açıdan karmaşık bir olgudur. Başın vücuttan ayrılması, bir anlamda insan formunun bu kısmı için yeni bir yaşam oluşturur. Bu nedenle baş kesme uygulamalarının tarih öncesinden başlayarak tarih boyunca var olduğunu ve buna dair yüklenilen anlamların toplumdan topluma değiştiğini görebilmekteyiz. Bağlı bulunan mekân ve coğrafyaya göre değişkenlik arz eden peri-mortem (ölüm öncesi) ve post-mortem (ölüm sonrası) uygulamaların nasıl yorumlanması gerektiği şeklindeki soruları yanıtlamak gerçekten de zordur. Özellikle bedenden ayrıştırılmış tarih öncesi kafataslarını tarihi devir örneklerine göre yorumlamak çok daha zordur. Örneğin bunlar atalar için nihai bir dinlenme durağını mı temsil ediyordu, teşhirsel mi, kamusal mı yoksa ritüel amaçlı mıydılar, ayrılmış kafa ve başı kesilmiş beden bir nesne veya insan olarak mı görülüyordu, bir zamanlar yaşayan ve önceden belirli bir kişiyle ilişkilendirilen bir bireyin sembolü mü yoksa şimdi ölümle bağlantılı daha karmaşık kolektif bir kimliğin sembolü müydüler? Tarih öncesi toplumların değer yargılarını bilmediğimiz ve belki de hiçbir zaman bilemeyeceğimiz için bu sorun, arkeolojinin tek başına çözebileceği bir konu değildir. Sadece arkeolojik veriler ışığında, "kafatası kültü" olarak adlandırılan şey içinde, neyin cenaze ve neyin ganimet olduğunu ayırt etmek imkânsızdır. Bu nedenle arkeolojinin disiplinler arası metot ile antropoloji, biyo-arkeoloji ve etnografya gibi bilim dallarıyla iş birliği halinde olması gerekmektedir. Bu çalışma, arkeolojik kaynaklar ve tarihsel veriler ışığında hem tarih öncesi hem de tarihi devirlerden günümüze kadar bedensiz kafalar hakkında mevcut kanıtların bir araştırmasını, hem de bu kültürlerde kafa kesmenin ve böylece insan formunun bütünlüğünü bozmanın ne anlama geldiğine dair tartışmaları sunmaktadır.

Selçuk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, 2024
Sanat, 20. yüzyılda geleneksel anlayıştan tamamen kopma eğilimi göstermiştir. Bu kopma ile sanat ... more Sanat, 20. yüzyılda geleneksel anlayıştan tamamen kopma eğilimi göstermiştir. Bu kopma ile sanat nesnesi ve malzemesi bakımından yeni ve farklı olanı bulmaya yönelik arayışlar olmuştur. Bu arayışlara Marcel Duchamp’ın sanat için özel üretilmiş nesne anlayışından kopardığı “Hazır Nesne” fikri öncülük etmiştir. Geleneksel sanat anlayışında daha çok mitolojik ve estetik güzellik bağlamında temsil edilen beden, çağdaş sanatta doğrudan bir sanat nesnesi ve nesnel bir ifade biçimine dönüşmüştür. Bu ifade biçimi ile sanatçı, yaşanan olumsuzluklara karşı duruşunu bedeni kullanarak gerçekleştirmeye çabalamıştır. Çağdaş sanatta beden, duygusal ve fiziksel deneyimleri aktarmada güçlü ve etkileyici bir araçtır. Sanatçılar yapıta, bedeni doğrudan veya dolaylı müdahalelerde bulunarak bir sanat nesnesi olarak sunmuşlardır. Sanatın sınırlarını zorlamayı ve sanatta sürekli yeni ifade biçimleri bulma anlayışını benimseyen Yves Klein, nesnel bir ifade biçimi olarak insan orantılarının saf ölçümleri olan Antropometrileri adını verdiği bir dizi çalışma yapmıştır. 1950 sonları ve 1960 başlarına tarihlenen Antropometri çalışmaları, sanatın sınırlarını keşfetmeye ve sanatın geleneksel pratiklerine bir karşı duruştur. Özellikle çağdaş sanat nesnesi olarak “beden” nin sanatçılar ve eserleri bağlamında kullanımına, Klein Antropometrilerinde çıplak kadın bedenlerine “International Klein Blue” (Uluslararası Klein Mavisi) rengini tatbik ederek bedenin izlerini elde etmede bedeni bir fırça gibi kullanmıştır. Klein, bedeni ve beden hareketlerini sanatının bir aracı olarak görmüş, evrensel ve mistik bir beden-sanat ilişkisi kurmuştur. Bedenin bir sanat nesnesi olarak kullanılması kadın bedeninin metalaştırıldığı eleştirilerine yol açmıştır. Ancak bedenin sanat içerisindeki estetik ve duyusal ifadesi ile beden-sanat ilişkisinin keşfi ve temsili üzerine düşünmemize olanak sağlamıştır.

Selçuk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, 2024
Tanzimat’ın ilanı sonrası değişmeye başlayan devlet yönetim biçimi, dönemin eğitim-öğretim alanın... more Tanzimat’ın ilanı sonrası değişmeye başlayan devlet yönetim biçimi, dönemin eğitim-öğretim alanına da yansımıştır. Bu süreçte önce hukuki olarak birtakım adımlar atılmış, ardından yeni okul tipleri ile yeni okul binalarının inşası gündeme gelmiştir. Böylelikle farklı yapı tiplerinden meydana gelen eğitim yapıları dönemin kamu yapıları arasında yerini almıştır. Okul binalarının inşa süreci Osmanlı’nın son yıllarında devam etmekle birlikte Cumhuriyet döneminde yeni bir boyut kazanmıştır. Eğitim kadrolarının ve fiziki mekanlarının önemli sorun olduğu Cumhuriyetin ilk yıllarında öncelikle öğretmen yetiştiren kurumların kurulmasına ve aynı zamanda Anadolu’nun pek çok noktasına eğitim yapılarının inşa edilmesine gayret gösterilmiştir. Bu bağlamda pek çok il, ilçe ve kasabalara farklı plan tipi ve malzeme ile farklı kütle özelliklerine sahip eğitim yapılarının inşa edildiği görülmektedir. Türkiye’deki eğitim tarihinin kırılma noktasını oluşturan bu dönemde inşa edilmiş fakat inşa tarihi kesin olarak bilinmeyen iki eğitim yapısı bu çalışmanın ana temasını oluşturmaktadır. Balıkesir’in Konakpınar mahallesinde inşa edilen bu iki yapı mimari özellikleri ile irdelenmiş, yerleşim alanının iskân tarihi göz önüne alınmış ve böylelikle bir tarihlendirmeye gidilmiştir. Ayrıca plan, cephe ve malzeme özellikleri ele alınarak dönemin mimari eğilimleri içerisinde karşılaştırmalı olarak değerlendirilmiştir.

Selçuk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, 2024
Bu çalışma William Cowper ve Yahya Kemal Beyatlı’nın seçilmiş şiirlerinde ev ve akşamın heterotop... more Bu çalışma William Cowper ve Yahya Kemal Beyatlı’nın seçilmiş şiirlerinde ev ve akşamın heterotopik temsilleri üzerinde yoğunlaşmaktadır. Çalışma, şairlerin karşılaştırmalı olarak incelenmesindeki tercihi açıklığa kavuşturmak amacıyla, William Cowper ve Yahya Kemal Beyatlı’nın kendi ulusal edebiyatlarında eşsiz şairler olarak tartışılmasıyla, kişisel yaşamları ve şiir üslupları temelinde karşılaştırılabilir niteliklerinin gösterilmesiyle başlamaktadır. Daha sonra çalışma, Cowper ve Beyatlı’nın şiirlerinde karşıt dünyaların bir arada varoluşunu temsil eden ‘ev’ kavramının güçlü bir metafor işlevi görmesi sebebiyle ev ve akşama ilişkin tekrarlanan imgelerin önemi üzerinde durmaktadır. Benzer şekilde, akşamın geçiş anı, konuşmacıların gözlem ve hayal gücü aracılığıyla farklı hayali mekanlar arasında gezinirken algılarındaki kademeli değişimi sembolize eder, bu da iki şairin şiirlerinde yolculuk/ amaçsızca gezinme fikrini ve sürekli bir arayış arzusunu yaratır. Şiirlerin karşılaştırmalı analizi için Foucault’nun “Başka Mekânlara Dair” adlı eserindeki mekân teorisinin uyarlanmasının yanı sıra, çalışma Cowper ve Beyatlı’nın anlatıcılarının teselliyi ve yenilenme duygusunu evlerinin sınırları içinde veya kendilerine huzur veren doğal manzaralarda buldukları da önermektedir. Dolayısıyla Cowper’ın uzun anlatımlı şiiri The Task (Vazife) ve Beyatlı’nın Kendi Gök Kubbemiz, Yol Düşüncesi ve Vuslat’tan seçilen şiirlerde korunaklı ev imgesi rasyonel sınırlar ve dille birleşerek şiir kişilerinin tekrarlanan üzüntülerinden/ kaygılarından kurtulmasını sağlar. Çalışma, bir İngiliz romantik-öncesi/ neo-klasik şairi ile bir Türk neo-klasik şairinin, akşam olgusu ve evin rahatlatıcı alanında çelişik neşe ve umutsuzluk duygusunu şiirleştirebildikleri sonucuna varmaktadır.

Selçuk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, 2024
Klasik Türk edebiyatı tarihinde münazara türünde pek çok eser kaleme alınmıştır. Mükeyyifat madde... more Klasik Türk edebiyatı tarihinde münazara türünde pek çok eser kaleme alınmıştır. Mükeyyifat maddelerinin münazır olarak seçildiği eserler ise daha azdır. Manzum ve mensur örnekleri bulunan bu türden eserlerin bazılarının kimin tarafından yazıldığı bilinirken bazılarının yazarı ise meçhuldür. Bahsedilen türde münazaralardan biri de biyografisi hakkında herhangi bir kesin bilgiye ulaşılamayan Bekâyî mahlaslı müellif tarafından yazılmıştır. Bekâyî’nin mükeyyifat maddelerini münazır seçtiği bu eserde, ana konunun işlendiği bölümler mensur olarak kaleme alınmıştır. Eser içerisinde çeşitli nazım şekilleriyle yazılmış çok sayıda manzum parça da bulunmaktadır. Daha önce yapılan çeşitli çalışmalarda münazara metninin kayıtlı olduğu el yazmaları tespit edilmişse de tenkitli metninin ortaya konulduğu ve hazırlanan metinden hareketle incelemesinin yapıldığı herhangi bir çalışma yoktur. Bu çalışmada öncelikle Türk edebiyatı tarihinde Bekâyî mahlasını kullandığı bilinen müelliflere dair bilgiler verilmiş ve buradan hareketle metnin kime ait olabileceği ihtimaline değinilmiştir. Münazara metni söz varlığı ve içerik yönünden incelenmiş ve eserin tenkitli metni hazırlanmıştır. Bekâyî’nin eseri, mükeyyifat maddelerinin konuşturulduğu Türkçe münazaraların bir örneği olmakla birlikte, özellikle Türkçe söz varlığı yönünden nitelik arz etmektedir.

Selçuk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, 2024
Metin ve resim olmak üzere temelde birbirinden çok farklı iki ana bileşenin kurgusal bir çerçeved... more Metin ve resim olmak üzere temelde birbirinden çok farklı iki ana bileşenin kurgusal bir çerçevede bir araya gelmesi ile oluşan ve içeriğinde mizahi pek çok unsuru bulunduran çizgi romanlar, yazıldığı döneme tarihsel ve sosyolojik bağlamda ayna tutabilecek bir niteliğe sahiptir. Popüler kültürün bir ürünü olarak da bilinen çizgi romanlar, gündelik yaşama ait sayısız izler taşımaktadır. Bu nedenle çizgi roman metinlerinde mizahi bir üslup çerçevesinde birçok dilsel ve kültürel unsura rastlanmaktadır. Dolayısıyla çizgi roman metinlerinde, hedef kitleye aktarılmak istenen mesajın bazı söz sanatları ve sözcük oyunları aracılığıyla mizahi bir etki oluşturularak iletilmesinin amaçlandığını belirtmek mümkündür. Bu tarz bir metnin çevirisi söz konusu olduğunda da benzer söz sanatları ve sözcük oyunları ile aynı mizahi etkinin oluşturulması beklenecektir. Bu beklenti, çizgi roman çevirisi sürecinde çevirmenlerin karşılaşabileceği zorluklardan biri olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu noktada çevirmenin, her iki kültüre ve dile hâkim olduğu sürece, çeviri sürecinde çeşitli çeviri strateji ve yöntemleri izleyerek bu zorlukların üstesinden geleceği varsayılmaktadır. Çizgi romanlarda yer verilen bazı şarkılar, kültürel birtakım durumları yansıtmanın yanı sıra aynı zamanda mizahi etkiyi de güçlendirmektedir. Bu nedenle, mizahi üslubun daha etkili bir biçimde aktarılması amacıyla çizgi romanlarda şarkılara sıkça yer verilmektedir. Bu çalışmada, çizgi romanlarda sıkça karşılaşılan şarkıların başka bir dile nasıl çevrildiği sorusuna yanıt aranmıştır. Bu bağlamda, özgün dili Fransızca olan Tenten’in Maceraları adlı çizgi roman serisindeki şarkılar, Hurtado Albir’in “çeviride sadakat” yaklaşımına göre incelenmiştir. İncelemeden sonra, çizgi roman metinlerinde yer alan şarkıların çevirisinde çevirmenin, özgün metnin sözcüklerinden sıyrılıp şarkıyı erek dilin normlarına uygun olarak çevirdiğinde mizahi etkiyi erek dile benzer şekilde yansıtabildiği sonucuna ulaşılmıştır.

Selçuk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, 2024
Sabahattin Ali'nin 1937 yılında yayımlanan ilk romanı Kuyucaklı Yusuf, Anadolu yaşamına dair ilk ... more Sabahattin Ali'nin 1937 yılında yayımlanan ilk romanı Kuyucaklı Yusuf, Anadolu yaşamına dair ilk gerçekçi roman olması ve toplumsal sistem eleştirisi içermesi bakımından Türk edebiyatında tarihsel öneme sahip bir metindir. Roman, Ali'nin 1948 yılında, sürekli eleştirdiği otoriterlik ve milliyetçilik dalgasının yükseldiği bir dönemde öldürülmesi nedeniyle yarım kalmıştır. Bu çalışma, romanın anlatısal kimlik talebini, yazarın zamansız ölümü bağlamında incelemektedir. Berna Moran'ın (2001) Yusuf'un varoluşsal belirsizliğini Sabahattin Ali'nin ölümüne bağlayan, Yusuf'un tamamlanmamış kimliğine ilişkin perspektifinden yola çıkan araştırma, iç içe geçmiş üç temayı ortaya çıkarıyor. Bu temalar-'mağduriyetin sessiz dili', bir uç deneyim olarak yalnızlık ve yazarın ölümünün kesinliği- kişisel anlatıların gerçekleşmesini engelleyen bariyerler olarak işlev görüyor. Bu çalışma aynı zamanda, Yusuf'un kimliğinin tamamlanmamış olmasını, yazarın gerçek ya da kurgusal yaşam öyküleri üzerindeki otoriter kontrolünden vazgeçmesini gerektiren etik bir yazarlık tarzının örneği olarak gözden geçirerek yazarın ölümünün yasını tutma girişimidir. Yeni anlatılar için potansiyelin yanı sıra anlatılmamış hikayelerin varlığını da kabul eden çalışma, bir hayat hikayesinin kırılganlığı üzerinden hikâye anlatıcılığının gücünü olumluyor.

Selçuk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, 2024
Bu makale, modern endüstri toplumlarında yaşantı sahalarını birbirinden keskince ayırarak nihayet... more Bu makale, modern endüstri toplumlarında yaşantı sahalarını birbirinden keskince ayırarak nihayetinde insan unsurunu tamamen oyun dışına iten aşırı mekanikleşme olgusunu soruşturmaktadır. Özellikle Herbert Marcuse ve Jürgen Habermas odakta olmak üzere Frankfurt Okulu filozofları, geç kapitalizmin egemen olduğu toplumlarda teknolojiye içkin ideolojik işlevleri titizce irdelemişlerdir. Buna benzer biçimde, Otomatik Piyano adlı romanında Kurt Vonnegut da kurumsal kapitalizm egemenliği altında aşırı derecede teknolojikleşmiş ve otomatikleşmiş bir toplum imgesini yansıtabilmek amacıyla yakın geleceğe ait bir Amerika kurgulamaktadır. Bu çalışma Vonnegut’un roman dünyasında baskın olan teknokratik devletin teknolojiden faydalanarak insan kitlelerini nasıl etkisiz ve işlevsiz kıldığını incelemekte, bu sayede teknolojinin yalnızca değerden bağımsız bir pratik beceriler toplamı olduğu görüşüne karşı bir itiraz ortaya koymaktadır. Vonnegut’un anti-ütopyacı anlatısında betimlendiği üzere değer yitimine uğramış insan öznesi ve insansızlaşmış toplumsal dizge, Marcuse’nin ‘tek boyutlu toplum’ nosyonuna ve Habermas’ın ‘iletişimsel eylem’ kuramına göndermeler eşliğinde ele alınacak, böylece teknolojik aklın yaşam-dünyası üzerindeki yoksullaştırma ve sömürgeleştirme etkisinin çözümlenebilmesi için gerekli eleştirel çerçeve sağlanacaktır.

Selçuk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, 2024
XVIII. Yüzyılı Rusya’da Antik Çağı algılama ve kavrama yüzyılı olarak nitelendirebiliriz. Yeni bi... more XVIII. Yüzyılı Rusya’da Antik Çağı algılama ve kavrama yüzyılı olarak nitelendirebiliriz. Yeni bir Avrupa devlet kurma amacı güden Birinci Petro, Rusya’yı kültürel olarak da Avrupa’nın temelini aldığı Antikite’ye baglamak için uğraş vermektedir. Antik kültürü benimsemek için en önemli araçlardan biri çeviridir. XVIII. Yüzyıl boyunca Antik Yunan ve Roma edebiyatından birçok eser çevrilmiştir. Antik edebiyattan çeviri faaliyetleri edebi çevirinin altın çağı olarak tanımlayabileceğimiz XIX. Yüzyılda da yoğun bir şekilde devam etmiştir. Antik edebiyattan yapılan yoğun çeviri faaliyetleri sayesinde Rusya, Batı Avrupa’nın kültürel mirasına ortak olma fırsatı yakalamıştır. Çalışmamızda XVIII. –XIX. Yüzyılları arasında Rusya’da Antik Yunan ve Roma edebiyattan şiir, roman ve tiyatro türünde çevrilen eserleri konu edindik. Araştırmamızın kuramsal çerçevesi doğrultusunda çeviri eserleri belirlen belli-başlı kriterlere göre ele aldık. Bu kriterleri söyle sıralayabiliriz: Çevrilen eser kime aittir; Eser Rusça’ya ilk hangi tarihte çevrilmiştir; Bu ilk çeviri kime aittir; Eser Rusça’ya hangi dilden çevrilmiştir; Çeviri elyazması olarak mı muhafaza edilmektedir ya da basılmış mıdır; Eser basılmışsa hangi tarihte, kim tarafından basılmıştır; Eser söz konusu yüzyıllar arasında kaç defa ve kimler tarafından çevrilmiştir. XVIII. –XIX. Yüzyıl arası yüzyıllarda Rus okuru yoğun çeviri faaliyetleri sayesinde Antik Yunan ve Roma edebiyatının belli-başlı şiir, roman ve tiyatro eserleriyle tanışma fırsatı ede etmiştir. Bu fırsatı ona Rus edebiyatının ünlü isimleri olan çevirmenler tanımıştır. Asıl eserin özelliklerinin ortaya çıkarma ve bunları aktarmaya çalışma konusunda deneyim kazanan Antik edebi eserlerin çevirmenleri, bu konuda önemli yol kat etmiştir.

Selçuk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, 2024
Bilgeliği erdemliliğe bütünleyen kural koyucu ahlak öğretisi, antik Çin’in kaotik ortamında Konfu... more Bilgeliği erdemliliğe bütünleyen kural koyucu ahlak öğretisi, antik Çin’in kaotik ortamında Konfuçyüs’ün 孔子 (MÖ 551-479) düzene yeniden dönüş idealiyle organize edilen bir ekoldür. Göğün buyruğu ve kozmosun işleyişine riayet adına insanları bireysel ve toplumsal görevlere zorlayan bu öğreti, sonraki filozofların öznel yorumlarıyla farklı bir metodolojiye evrilir. Milattan sonra sekizinci yüzyılda, metafiziksel görüngülerin etiksel edim ve eylemlerle karşılıklı etkileşimini temel alan Neo-Konfuçyanizm hareketinin başlamasıyla birlikte göğe, yere ve doğaya yüklenen anlam yelpazesi genişler. Bu düşünce hareketinin en parlak yılları kabulündeki Song hanedanı 宋朝(960-1279) dönemine gelindiğinde bizleri, bilginin ve erdemin kaynağına ilişkin iki filozof kardeş arasında yaşanan fikir ayrılığı karşılar. Cheng Hao程颢(1032-1085), insan doğasının iyiliğinden hareketle sezgisel öğrenmeye odaklanırken Cheng Yi 程颐 (1033-1107), iyiliğin kazanımını mantığa ve tecrübeye dayandıran deneyimsel öğrenmeye odaklanır. Böylece kişisel gelişimin psikolojik unsurlarla açıklandığı idealist-rasyonalist zıtlaşması vuku bulur. Bu çalışma, insan doğasının bilgi ve erdemine dair iki kardeşin birbirine muhalif görüşlerindeki asıl sebebi, modern psikolojideki önermeler referans alınarak öğrenme yöntemlerindeki farklılık açısından saptama çabasındadır.

Selçuk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, 2024
Biçimsözdizimin sesbilimle kurduğu iletişimle ilgili birçok kuram ortaya atılmıştır. Bütün arakes... more Biçimsözdizimin sesbilimle kurduğu iletişimle ilgili birçok kuram ortaya atılmıştır. Bütün arakesit kuramları arasında günümüze kadar egemenliğini koruyan Bürünsel Sesbilim, sesbilimsel olarak anlamlı olmayan sesbilimsel sözcük, sesbilimsel öbek, ezgi öbeği vb. kurucuların, gereksinim duyulmasa da çevrilmesini savunmaktadır. Buradaki ilk temel sorun, “yalnızca sesbilimsel sözcüğün içerisinde” gibi kurallar ya da kısıtlamalar olmadan bu kurucuların sesbilim üzerinde hiçbir etkisinin olmamasıdır. Yalnızca sesbilimsel olarak anlamlı olan biçimsözdizimsel bilgi arakesitin çıktısı olabilir. Ayrıca bu kurucular, sesbilim modülünde bulunmayan ayırıcı imlerdir. Arakesitin çıktısı, sesbilimin sözvarlığı olan birimler olmalıdır. Dolaysız Arakesit, Bürünsel Sesbilimin tersine, başka sesbilim kuramlarıyla birlikte çalışabilecek bir yaklaşımdır. Başka yaklaşımlarda SPE tarzı ayırıcı imler (# ve +) ya da Bürünsel Aşamalanma ulamları (ω, Φ ve ι) kullanılırken Dolaysız Arakesitte ayırıcı imler bulunmamaktadır. Dolaysız Arakesite göre, hangi sesbilim kuramı olursa olsun o sesbilim kuramına ait sesbilimsel sözvarlıkları biçimsözdizimsel bilgiyi taşımaktadır. Seçilen sesbilim kuramına bağlı olarak bu taşıyıcılar çatısal alan, mora ya da ZÜ olabilir.
Sayı 50 by Selçuk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi

Selçuk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, 2023
This paper presents a comprehensive review of Gender and Nation, an invaluable academic contribut... more This paper presents a comprehensive review of Gender and Nation, an invaluable academic contribution authored by the pioneer in the field of social sciences, Nira Yuval-Davis. Conducted through a gender analysis lens, this review thoroughly examines Yuval-Davis's substantial academic legacy. Yuval-Davis's insights emphatically underscore the heightened relevance of such a perspective when dissecting intricate issues related to nation and nationalism. The review initiates by positing a pivotal question and subsequently accentuates the gaps present within the current body of literature that addresses the intersection of nation and gender. Moreover, the review highlights the inherent worth of Yuval-Davis's work by meticulously exploring its implications for themes encompassing women, femininity, men, masculinity, and their intricate connections with the construct of the nation. This exploration distinctly underscores the pivotal role of gender in shaping and influencing these multifaceted aspects. Consequently, the review expounds upon how our identities as gendered individuals often relegate us to a subordinate position, ultimately situating us with paramount significance in the intricate tapestry of the nation.

Selçuk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, 2023
Covid-19, State-Power and Society in Europe: Focus on Western Balkans by Neven Andjelic focuses o... more Covid-19, State-Power and Society in Europe: Focus on Western Balkans by Neven Andjelic focuses on the changes in political and social freedoms in the Western Balkans before and during the pandemic. In relation to this aim, it draws on the reports of 20 research organizations, including Freedom House, Friedrich Neumann Stiftung and the World Bank, and develops categories such as "open society", "fairly open society", "opening society", "suppressed society" and "closed society" and includes the Balkans, the European Union, the countries in the region and Türkiye in the analysis. Although this study is important because it has been carried out from a perspective dealing with the course of freedoms based on a comparison of pre-pandemic and pandemic process, it should be indicated that lack of an inquiry into the reliability and validity of the studies used and the lack of sufficient employment of other relevant researches are among the prominent shortcomings of this study.
Uploads
Sayı 51 by Selçuk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi
Sayı 50 by Selçuk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi