Papers by Gülşah Özdemir

imgelem, 2025
Bu çalışma, Çin Halk Cumhuriyeti'nin yapay zekâ (AI) yönetişim stratejilerini güvenlik paradigmal... more Bu çalışma, Çin Halk Cumhuriyeti'nin yapay zekâ (AI) yönetişim stratejilerini güvenlik paradigmaları çerçevesinde incelemeyi amaçlamaktadır. Araştırma, Çin'in AI teknolojilerini ulusal güvenlik, ideolojik bütünlük ve dijital otoriterlik bağlamında nasıl konumlandırdığını sorgulamaktadır. Yapısal realizm ve ontolojik güvenlik kavramları temelinde, Xi Jinping liderliğinde yayımlanan "Yeni Nesil Yapay Zekâ Gelişim Planı" gibi stratejik belgelerinin analiz edildiği çalışma, Çin'in AI'yı ekonomik kalkınmanın ötesinde, rejimsel sürekliliği ve ulusal egemenliği güçlendirmek için kullandığını ortaya koymaktadır. Bulgular, dijitalleşmenin normatif bir güvenlik söylemi olarak işlev gördüğünü ve Çin'in yükselen dijital otoriterlik modelini desteklediğini göstermektedir. Bu stratejiler, küresel AI yönetişiminde güvenlik odaklı yeni normların oluşumuna katkıda bulunmaktadır. Çalışma, Çin'in teknoloji ve güvenlik entegrasyonunun uluslararası dijital yönetişim üzerindeki etkilerini tartışarak, AI yönetişiminde güvenlik eksenli bir dönüşüm öngörmektedir.

Vizyoner, 2025
ÖZ İklim değişikliği, kendisini karmaşık ve çok yönlü bir ikilem olarak sunar ve sadece doğal eko... more ÖZ İklim değişikliği, kendisini karmaşık ve çok yönlü bir ikilem olarak sunar ve sadece doğal ekosistemleri ve bunların içindeki hassas yaşam dengesini değil, aynı zamanda çeşitli toplumları destekleyen karmaşık sosyo-ekonomik yapıların yanı sıra insan nüfusunun genel sağlık ve refahını da derinden etkilemektedir. İklim değişikliği, acil ve etkili çözümler gerektiren kritik bir konu olarak küresel gündemimizde inkâr edilemez bir yer tutarken, göç olgusu aynı zamanda ulus-devletler için önemini korumakta ve kendisini hızlı ve etkili önlemler gerektiren acil bir konu olarak ortaya koymaktadır. İklim değişikliğini milyonlarca bireyi dünyanın çeşitli bölgelerinde göç yolculuklarına çıkmaya zorlayan önemli bir itici güç olarak dikkate aldığımızda hem iklim değişikliğini hem de göçü küresel ve bölgesel ölçeklerde birbirine bağlayarak uyumlu bir şekilde ele almak zorunlu hale gelmektedir. Bu kapsamlı yaklaşım, bu birbirine bağlı zorlukların uyguladığı baskılara dayanabilecek esnek ve sürdürülebilir bir gelecek inşa etmeye çalışırken çok önemlidir. Bu bağlamda, geniş arazi alanı açısından gezegendeki en büyük ikinci kıta olarak kabul edilen Afrika, iklim ve göç krizlerinin çok yönlü bileşenlerinin titizlikle gözlemlenebileceği, analiz edilebileceği ve daha derinlemesine anlaşılabileceği bir tuval görevi görmektedir. Bu çalışmanın amacı öncelikle göç ve iklim değişikliği arasında nasıl bir ilişki olduğunu incelemek ve Afrika örneği üzerinden bu ilişkinin ne denli sonuçları olacağı üzerinde analizler yapmaktır.

ECLSS 7ANTALYA 12. ECONOMIC AND SOCIAL SCIENCES CONFERENCE, 2024
Çağdaş çatışma bölgelerinde “Görüntü Savaşları” kavramını çevreleyen teorik çerçeve, görsel medya... more Çağdaş çatışma bölgelerinde “Görüntü Savaşları” kavramını çevreleyen teorik çerçeve, görsel medyanın uluslararası güvenlik dinamikleriyle ilgili algıları ve anlatıları manipüle etmek ve şekillendirmek için bir araç olarak kasıtlı ve stratejik olarak kullanılmasının altını çizmektedir. Bu ilgi çekici fenomen, dikkatle seçilmiş görüntülerin kamuoyunu etkili bir şekilde yönlendirebilen, yaygın destek toplayabilen ve ilgili tarafların çıkarlarıyla uyumlu stratejik anlatılar oluşturabilen müthiş araçlar olarak işlev görmekte ve günümüzde devam eden çatışmalarda giderek daha belirgin bir hale gelmektedir. İmaj savaşının bu taktiksel kullanımının en göze çarpan örneği, Ukrayna'nın uluslararası destek ve dayanışma sağlamak için görsel medyanın gücünü ustaca kullandığı 2022 yılındaki Rus istilasına verdiği tepkide gözlemlenebilir. Görüntülerin bu kasıtlı ve stratejik olarak servis edilmesi yalnızca Ukrayna'daki durumla sınırlı bir olay değil, daha ziyade, benzer taktiklerin kullanıldığı küresel çapta meydana gelen çeşitli çatışma senaryolarında ayırt edilebilen daha kapsamlı bir eğilimi temsil eder.
Bu tür uygulamaların sonuçları, medyanın küresel çatışma algılarını şekillendirmedeki rolü ve bu görsel anlatıların diğer uluslardan gelen diplomatik ve askeri tepkileri nasıl etkileyebileceği konusunda önemli soruları gündeme getirmektedir. Bu nedenle, imaj savaşı çalışması, modern çağda medya, çatışma ve uluslararası ilişkilerin kesişimini anlamakla ilgilenen bilim adamları ve uygulayıcılar için önemli bir araştırma alanı olarak ortaya çıkmaktadır.

EURASIA JOURNAL, 2024
Yapay Zeka(AI), küresel politikadan güvenlik dinamiklerine ve diplomatik uygulamalara kadar her ş... more Yapay Zeka(AI), küresel politikadan güvenlik dinamiklerine ve diplomatik uygulamalara kadar her şeyi çok yönlü bir şekilde etkileyerek uluslararası ilişkilerin manzarasını önemli ölçüde yeniden şekillendirmektedir.
ABD, Çin ve Rusya gibi büyük güçlerin önderlik ettiği küresel yapay zeka yarışı, yapay zekanın ulusal prestij ve gücü öne sürmede stratejik öneminin altını çizmekle birlikte potansiyel olarak uluslararası sistemdeki güç hiyerarşilerini de yeniden tanımlamaktadır. Hem akademisyenler hem de politika yapıcılar, AI'nın tamamen öngörülemeyen dönüşümler başlatmak yerine uluslararası politikadaki eğilimleri hızlandırma ve şiddetlendirme açısından potansiyelini arttırdığını belirtmektedir. Bu teknolojinin etkin bir güç olarak rolü, askeri, savunma, ticaret ve diplomasi alanındaki uygulamalarında daha belirgin haldedir ve küresel güç dengesini ve savaşın doğasını etkileme kapasitesi mevcuttur.
Uluslararası kuruluşlar, devletlerin yapay zeka teknolojilerinin etkilerini yönetme konusundaki kolektif çabalarını yansıtan yapay zeka normlarını ve yönetişimini şekillendirmede çok önemli bir rol oynamaktadır. Bununla birlikte, yapay zekanın hızlı gelişimi, geleneksel diplomatik uygulamalara da güncellemeler getirerek, giderek artan yapay zekanın egemen olduğu bir dünyada uluslararası politika ve ilişkilerin geleceği hakkında soruları karşımıza çıkarmaktadır

In the post-Cold War era, in terms of international relations, 'cyber security' emerges as a sign... more In the post-Cold War era, in terms of international relations, 'cyber security' emerges as a significant security issue for the spheres of state sovereignty beyond the personal sphere. In addition to the harmful effects of cyber threats on the functioning of public institutions and organizations, it also raises a problem for states, such as managing perception operations by creating a society more open to manipulative influences. In our globalizing world, the States' dependence on each other has increased. At the same time, there has been a period in which the fundamental security issues are intertwined for the States. In such a situation where the States cannot define themselves outside the system, classical realist approaches are insufficient to explain the changing-and increasingly abstracted-security areas. Nation-states must develop more complex skills and prioritize cooperation to deal with these new security threats. In our study, which focuses on the national cyber security perceptions of states, the measures taken by the States in the cyber world on priority issues, such as institutional functioning and survival problems, are analyzed in terms of national security strategies. On the theme of 'new security' the main focus is the necessity for actors to develop new defense capabilities within the 'quick response and easy adaptation' framework in the face of increasing and diversifying cyber threats. In our study, which deals with the efforts of digital Nation-states to increase their effectiveness in cyberspace in determining the 21st-century sovereignty areas and the increase in their tendency towards cyber warfare tools, the active/passive defense methods followed by the States in the perspective of cyber security strategies have been evaluated. In this context, it is the most acceptable method for the States to prefer the 'active defense model' to avoid cyber-attacks against vital institutions such as education and health.

Öz Sogȗk Savaş (1947-1991) doneminde Batı Blogȗnu koruma misyonuyla kurulan NATO, savaş sonrası d... more Öz Sogȗk Savaş (1947-1991) doneminde Batı Blogȗnu koruma misyonuyla kurulan NATO, savaş sonrası da etkin olmuş, uluslararası guvenlik ve savunma temelinde NATO genişlemesi Amerika Birleşik Devletleri istegȋyle onemli bir işlev kazanmıştır. Digȇr yandan NATO'nun devamlılıgȋnın ulkeler açısından onemine Almanya kapsamında bakıldıgȋnda, Berlin Duvarı'nın yıkılması, Sogȗk Savaş sonrasında kriz sureçlerinin devam etmesi gibi sorunlar, Almanya'yı ozellikle de Rusya politikalarına karşı koruyacak gelişmelerin onemli oldugȗnu gostermektedir. Burada ise NATO, uluslararası duzeyde etkinligȋni artırmak amacıyla genişleme politikasını hedef almıştır. Dolayısıyla NATO'nun genişlemesi ve etkinligȋni devam ettirmesi ulkeler için, ozellikle de Almanya için onemli bir yere sahiptir. Ancak ozellikle Kırmızı-Yeşil koalisyonun 1998-2005 yılları arasında dış politikada guvenlik stratejilerini temel aldıgȋ uygulamalar onemli bir yere sahiptir. NATO'nun genişleme surecinde gerekli buẗun destegȋ Almanya'dan gorecegȋne yonelik algı, Almanya'nın bu konuda onemli atılımlarda bulunmasına ortam hazırlamıştır. Genel olarak çalışmada Almanya'nın dış politikasının, Avrupa entegrasyonu ile transatlantik taahhuẗler arasında bir denge ile karakterize ettigȋ duşunuldugȗnde NATO genişlemesi ve NATO'nun muẗtefiklerinden beklentisi karşısında Almanya'nın iç ve dış politikasını şekillendirme çabaları ele alınmış; ulusal oldugȗ kadar uluslararası arenada da yuksek oneme sahip teror gibi konularda Avrupa için 'çerçeve ulke' rolunun asıl korudugȗ ve Kırmızı-Yeşil koalisyon doneminde ulusal guvenligȋ ve uluslararası rolune yonelik dinamikleri nasıl şekillendirdigȋ tartışılmıştır.

Bu çalışma, uluslararası güvenlik alanındaki siber tehditlerin karmaşık yapısını incelemekte ve b... more Bu çalışma, uluslararası güvenlik alanındaki siber tehditlerin karmaşık yapısını incelemekte ve bu tehditlerin küresel istikrar için temel bir endişe olarak hızlı yükselişini vurgulamayı amaçlamaktadır. İlk bölüm, siber tehditlerin evrimine ilişkin özlü bir genel bakış sunmakta, bu tehditlerin kökenlerini küçük dijital rahatsızlıklardan ulusal güvenliği baltalayabilen, kritik altyapıyı kesintiye uğratabilen ve jeopolitik dinamikleri etkileyebilen sofistike araçlara kadar izlemektedir. Bu bölüm, siber operasyonların casusluk ve sabotajın gölgelerinden ulusal savunma cephaneliklerinde ön saflardaki araçlara geçişini işaret eden önemli olayları öne çıkarmaktadır. İnceleme, bu tehditlerin çok yönlü doğasını, devlet destekli saldırılar, siber terörizm ve siber suç dahil olmak üzere, her biri uluslararası barış ve güvenliğe benzersiz zorluklar sunan alanları kapsamaktadır. Sonraki bölüm, artan siber tehdit manzarasına yanıt olarak uluslar ve uluslararası organlar tarafından formüle edilen stratejik savunma politikalarının kapsamlı bir özetini sunmaktadır. Ulusal siber güvenlik çerçevelerinin geliştirilmesinden adanmış siber komuta birimlerinin kurulmasına, Birleşmiş Milletler ve NATO gibi örgütlerin himayesinde uluslararası iş birlikleri ve norm belirleme çabalarına kadar benimsenen strateji spektrumu incelenmektedir. Tartışma, bu politikaların siber riskleri hafifletmede, direnci artırmada ve dijital çağda işbirlikçi bir uluslararası güvenlik ortamını teşvik etmede etkililiğini yansıtmaktadır. Uluslararası İlişkilerden teorik içgörüler ile siber olaylar ve politika yanıtları üzerine ampirik verilerin entegrasyonu yoluyla, çalışma, ulusal savunma önlemlerini uluslararası iş birliği zorunluluğu ile uyumlu hale getirmede ortaya çıkan eğilimleri ve gelecekteki zorlukları belirleyerek sonuçlanmakta ve siber sınırı etkili bir şekilde yönlendirmek için uyarlanabilir ve ileriye dönük politikalara duyulan ihtiyacı vurgulamaktadır.

ÖZET Giderek daha fazla militarize hale gelen Ortadoğu ve tırmanan gerilimleriyle Doğu Akdeniz, T... more ÖZET Giderek daha fazla militarize hale gelen Ortadoğu ve tırmanan gerilimleriyle Doğu Akdeniz, Türkiye'nin güvenlik ve dış politik gündemini yakından ilgilendiren konular olmaya devam etmekteyken, NATO üyeliği ve ABD ile olan müttefiklik ilişkilerinin yaşadığı krizler Türkiye için sorgulanmaya devam eden meseleler olarak kalmaktadır. Doğu Akdeniz'deki egemenlik haklarının korunması ve Suriye'de PKK uzantısı yapılanmaların tasfiyesi gibi öncelikli meseleler Türkiye'nin güvenlik politikalarını askeri aktivizm ve milli savunma sanayisinin geliştirilmesi gibi iki sütunda kurmasını zorunlu kılmaktadır. Türkiye'nin kendi güvenliğini sağlama noktasında gerçekleştirdiği sınır ötesi operasyonlar ile Suriye'deki terör yapılanmaları olarak değerlendirdiği oluşumları temizleme çabaları, Rusya'dan aldığı S400 hava savunma sistemleri ve geliştirdiği geniş çapta ticari ve enerji işbirliği yönelimleri Türkiye'nin otonom bir dış politika üreteceğine dair göstergeler olarak sıralanmaktadır. Türkiye'nin izlediği dış politika çizgisinde ABD gibi müttefikiyle zaman zaman karşı karşıya gelişi, izlenen stratejinin tepkisel mi yoksa bilinçli bir tercihin ürünü mü olduğu sorusunu akla getirmektedir. Her fırsatta NATO'ya olan bağlılığını ifade eden Türkiye'nin ulusal güvenliğine ilişkin olarak herhangi bir risk ortamının oluşmasına izin vermeyeceği aşikar olup, Türkiye politik tavrını uluslararası ortamda daima net bir şekilde ortaya koymakta ve dış politika icrasında etki sağlayacak askeri gücünü artırmaya yönelik projeleri hayata geçirmektedir. ABSTRACT While the increasingly militarized Middle East and Eastern Mediterranean with its escalating tensions has continued to become a topic closely related to Turkey's security and foreign political agenda, NATO and the crisis in the alliance where relations with the US remain as a matter continued to be questioned for Turkey. Priority issues such as the protection of sovereign rights in the Eastern Mediterranean and the elimination of PKK extension structures in Syria requires to install Turkey's security policy in two columns such as military activism and the development of the national defense industry. Clearing terrorist elements in Syria through cross-border operations to ensure its own security and wide-ranging commercial and energy cooperation orientations developed with S400 air defense

As an epidemic that emerged in China in the last month of 2019 and caused political, social and e... more As an epidemic that emerged in China in the last month of 2019 and caused political, social and economic changes at the international level in a very short time, the Covid19 pandemic started a period of isolation in social life and created a new process in which countries closed their borders politically. The epidemic, seen as a security threat by political authorities around the world, is considered as a new turning point in the transformation of security after the Cold War and September 11. In the article, the interventionist attitude on the implementation of curfews, restriction of entry and exit to the country, and tightening of controls during the continuation of the struggle under the conditions that emerged with the increase of the epidemic is analyzed on the basis of securitization. Threat perceptions in the pandemic period in which the role of the armed forces and the security understanding of the state are redefined, are evaluated as a result of extraordinary conditions and uncertainty. In today's world where restrictions are imposed by the state in every aspect of daily life, the gradual tightening of the security circle naturally brings along an isolationist process for individuals and states in social and political terms.

7. ULUSLARARASI SOSYAL BEŞERİ VE EĞİTİM BİLİMLERİ KONGRESİ, 2020
Öz: Tarih, devletlerin ve imparatorlukların çok farklı amaç ve sebeplere dayanan, çeşitli şekille... more Öz: Tarih, devletlerin ve imparatorlukların çok farklı amaç ve sebeplere dayanan, çeşitli şekillerde gerçekleşen
yığınla işbirliği ve ittifak ile doludur. Devletlerin oluşturduğu ittifak şekillerini etkileyen temel unsurlardan bir
tanesi olan ortak tehdit algılaması veya ortak tehdidin varlığı; aynı zamanda tarafların karşılaştığı sorunlar ve
birbirleriyle yaşadıkları krizleri anlamlandırma noktasında da önemli veriler sunabilmektedir. İki ülkenin karşı
karşıya olduğu krizler ekseninde değerlendirildiğinde siyasi karar vericilerin tehdit ve güvenlik algılamaları,
söylemsel tutum ve etkileri ile kamuoyu yaratma şekilleri, ittifak ilişkileri bakımından devletleri mevcut ittifak
paradigmasını sorgulamaya zorlayabilmektedir. Bu bağlamda, Türkiye’nin ABD ile 1952 senesinde NATO
üyeliği ile temelleri atılan müttefiklik ilişkisinin Soğuk Savaş boyunca küçük sarsıntılara rağmen ittifakın
doğasına uygun bir profil çizdiği görülmüştür. Soğuk Savaş sonrası ortamında da iki müttefikin ikili ve bölgesel konularda büyük ölçüde paralel politikalar benimsediği tespit edilebilir. Ancak 11 Eylül sonrası yaşanan
kırılmalar ve krizler, iki müttefikin karar vericileri etkisinde şekillenen tehdit ve ittifak algılamalarındaki
farklılıklar,Türk-Amerikan ittifakında paradigmik değişimi zorlamaya devam etmektedir. İki ülke arasında
erozyona uğrayan ‘stratejik ortaklık’ ekseninde ittifak ilişkisinin niteliğindeki dönüşümü, ABD ulusal güvenlik
strateji belgeleri ile siyasi aktörlerin söylemleri ışığında güvenlik ve tehdit algılamalarındaki farklılaşmaları
ortaya koyarak görmek mümkün olabilecektir. Bildirinin temel odak noktası Türk Amerikan ittifakının içerik
ve model anlamında hangi yönde ve nasıl bir dönüşüm geçirdiğidir ve bu dönüşüm 2003 sonrası yaşanan bölgesel krizler ve karşılaşmalar çerçevesinde değerlendirmeye çalışılmaktadır. Bu anlamda “stratejik” veya “model” ortaklık ekseninden sapmaların, iki devlet arasındaki ilişkilerdeki güvenlik temelli paradigma değişimine
ve ilişkilerin konumlandığı yeni çerçeveye yönelik eleştirel bir analiz yapılmaktadır.
Anahtar Kelimeler: İttifak İlişkileri, Stratejik Ortaklık, Türk-Amerikan İttifakı, Türk Dış Politikası, Ulusal
Güvenlik

Soner Karagül, İbrahim Arslan (Ed.), Stratejik Derinlik Ekseninde Türk Dış Politikası, İdeal-Gerçek İkilemi, EKİN Basın Yayın Dağıtım, Bursa, 2015, , 2015
Rising Islamophobia in the West and Turkish Foreign Policy
After the breaking down of the Soviet ... more Rising Islamophobia in the West and Turkish Foreign Policy
After the breaking down of the Soviet Union, communism which was the contrary regime of the West collapsed, East Germany and Federal Germany united and the Eastern Bloc countries like Bulgaria Czechoslovakia (divided as the Czech Republic and Slovakia), Hungary, Poland, and Romania, by leaving from the Soviet Union countries like Estonia, Letonia and Litvania entered in the process of the participant of the European Union. In this Process, the West has needed a new contrary to continue its own structuring. Not taking so long time to seek for a new contrary, after a while, Islam has taken the place of communism. This new contrary has not been very new for the West, historically. Even if Islamic formations in Algeria, Egypt, Afghanistan and Iran triggered the Western fear of Islam, especially 2001, September 11 would become the turning point against the Western perception of Muslim in the world. The claim that the attacks against the Twin Towers had been occurred by the name of Islam, not only increased the enmity of Islam but also brought nearly 2 billion Muslim World under suspicion. Being democratic, secular and constitutional state with its great amount of Muslim population, Turkish Republic’s attitude against Islamophobia is of course seemed to be significant for taking a constructive role into the World stage and becoming a role model for Muslim countries which has been governed by dictates.
Rönesans ile birlikte başlayan coğrafi keşiflerle Avrupalıların Amerika'ya ulaşması sonrasında gö... more Rönesans ile birlikte başlayan coğrafi keşiflerle Avrupalıların Amerika'ya ulaşması sonrasında gözlerini kaynakları zengin olan güney Amerika'ya dikmesi ile başlayan süreçte Latin Amerika dediğimizde akla unutulmuşluğun, yoksulluğun ve sömürülüşün tarihi gelmektedir.
Conference Presentations by Gülşah Özdemir

avmanın Kuşaklararası İletimi: Geçmişin Gelecekteki Güvenlik Algıları Üzerindeki Yansımaları, 2025
Travmanın nesiller arası aktarımı, bir neslin yaşadığı travmanın psikolojik ve duygusal etkilerin... more Travmanın nesiller arası aktarımı, bir neslin yaşadığı travmanın psikolojik ve duygusal etkilerinin sonraki nesillere aktarıldığı süreci ifade eder. Bu aktarımın mekanizmaları psikolojik, sosyal ve biyolojik faktörleri içeren karmaşık ve çok yönlü olabilmekte ve bir toplumun ulusal kimlikleri ve güvenlik algılarını şekillendirebilmektedir.
Ulusların tarihsel geçmişlerinde maruz kaldıkları travmatik olaylar, onun güvenlik önceliklerini ve diğer uluslar ile ilişkilerini etkileyerek dış politika kararlarını önemli ölçüde yönlendirebilmektedir. Bu anlamda tarihi ve kollektif travmalar, günümüzde ulusların toplumsal dayanıklılık ve uzlaşma potansiyelini etkileyebilmekte; küresel sahnedeki devletlerarası etkileşimlerinde ve güncel güvenlik meselelerinde travmaların etkilerinin daha belirgin hale geldiği görülmektedir. Travmanın nesiller arası aktarımı ise hem bireysel hem de kolektif karar verme süreçlerini etkileyerek farklı şekillerde tezahür edebilmektedir. Öyle ki, Holokost İsrail'in dış politikası, güvenlik stratejilerini ve diğer uluslarla olan etkileşimlerini şekillendirirken, benzer şekilde, sömürgeciliğin travması sömürge sonrası ülke kimliği noktasında Hindistan, Afrika ve Latin Amerika gibi ülkelerin dış politika kararlarını etkilemeye devam etmektedir. Ülkelerin soykırım ve sömürgecilik gibi geçmiş travma kaynaklarının gelecekteki güvenlik algıları ve dış politika kararları üzerindeki etkisini araştırdığımız çalışma, “seçilmiş travma” teması üzerinden, tarihsel yenilgiler gibi geçmiş şikayetlerin çağdaş saldırganlığı haklı çıkarmak için nasıl harekete geçirilebileceğini de ele almaktadır.
Tarihsel mirasların çağdaş güvenlik politikası oluşturmayı nasıl etkilediğini ortaya koyma noktasında, devletlerarası hakikat ve uzlaşma komisyonları gibi çabalar önem arz etmektedir. Böylesi bir yaklaşım toplumların geçmişleriyle uzlaşmalarına yardımcı olarak daha güvenli ve uyumlu bir gelecek inşasını teşvik edebilecektir. Bununla birlikte, siyasi kazanç için tarihsel anlatıların manipüle edilmesi, bu çabaları baltalayabilecek bir güvenlik sorunu yaratabilecektir

UTAMER- INTERNATIONAL CONGRESS ON WOMEN STUDIES, 2024
The issue of women has always remained a difficult question in diplomacy and international politi... more The issue of women has always remained a difficult question in diplomacy and international politics due to the role of state and non-state actors and the parameters of women determined by social norms. There is a gender problem in diplomacy and politics, which are traditionally a sub-branch of the discipline of international relations. Although these fields, which are seen as male-dominated structures, have recently entered a transformation process with the entry of many women into the profession, gendered (and racialized, heteronormative, classist, etc.) power structures continue to affect women's international representation. This research aims to know why this is the case and focuses on the underlying reasons for underrepresentation by using feminist institutionalist theory to understand why women are underrepresented in international relations. Our study, which examines the institutional findings and information of countries that are at a higher level than the world average in terms of women's representation in diplomacy, aims to provide a forecast for the current status and future of the current Feminist Foreign Policy practices based on the strategies to increase women's political participation of the countries.

INTERNATIONAL WOMEN STUDIES CONGRESS/ CUKUROVA, 2024
Uluslararası sistemde yapıların ve karar verme süreçlerinin ataerkil bir yönden şekillendiği düşü... more Uluslararası sistemde yapıların ve karar verme süreçlerinin ataerkil bir yönden şekillendiği düşünüldüğünde geleneksel Uluslararası İlişkiler teorilerinin genellikle saldırganlık, baskınlık ve rekabet gibi eril özellikleri vurguladığı görülmektedir. Devletlerin küresel sahnede nasıl etkileşime girdiğini etkileyen bu özellikler, genellikle baskın erkek liderliğine ve bakış açılarına öncelik verir ve potansiyel olarak uluslararası söylemdeki diğer sesleri ve bakış açılarını marjinalleştirir. Güç ve güvenlik alanında askeri stratejilerin algılanmasını ve uygulanmasını şekillendiren ataerkil vurgular genellikle erkeksi ideallerle uyumludur ve ulusların çatışma ve savunmaya nasıl yaklaştıklarını etkiler. Eril normlar diplomatik ilişkileri ve politika oluşturmayı da etkileyebilir. Girişkenlik ve kontrole odaklanmak, uluslararası işbirliğini ve müzakere sonuçlarını etkileyen daha çatışmacı veya rekabetçi diplomatik stratejilere yol açabilir. Mevcut bölgesel çatışmaların çözümü noktasında işbirliği yoksunluğu temelinde bu durum, küresel siyasette daha incelikli bir anlayışa duyulan ihtiyacı vurgulamaktadır. Çalışmamızda ele aldığımız güç-güvenlik, diplomasi-politika ekseninde karar verme süreçlerinde ataerkil analizlerin baskın olduğu durum karşısında uluslararası sistem içerisinde cinsiyet kapsayıcılığını arttırmak, uluslararası sorunların çok yönlü doğasını anlamaya ve tüm paydaşların ihtiyaçlarını karşılayan politikalar oluşturmaya yardımcı olacaktır.

5. INTERNATIONAL CONGRESS OF KHAZAR SCIENTIFIC RESEARCH AND INNOVATION, 2024
Demokrasilerin birbirleriyle savaşma olasılığının daha düşük olduğunu öne süren Demokratik Barış ... more Demokrasilerin birbirleriyle savaşma olasılığının daha düşük olduğunu öne süren Demokratik Barış Teorisi (DPT) uluslararası ilişkilerin şekillenmesinde etkili olan bir kavram olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu teori genellikle liberalizm ve demokratik devletlerin barışçıl çatışma çözümünü destekleyen ortak normları ve yapıları paylaştığı fikriyle bağlantılıdır. Bunun yanında Batılı demokratik ideallerin üstün olarak görüldüğü ve demokratik olmayan devletlere müdahaleleri haklı çıkarmak için kullanıldığı potansiyel oryantalist temelleri nedeniyle eleştirilmektedir. Bu ikili bakış açısı, demokratik barış teorisinin evrenselliği ve uygulanması hakkında soruları gündeme getiriyor. Özellikle 11 Eylül sonrası çağdaş çatışma bölgelerinde askeri müdahaleler yoluyla demokrasiyi yayma çabalarının sıklıkla istikrarsızlıkla sonuçlanmış olması ve artan popülizm ve biyopolitik endişelerin ortasında DPT'nin barışı sağlamadaki etkinliğini sorgulanmaktadır. DPT, demokrasilerin doğası gereği birbirlerine karşı barışçıl olduklarını öne sürerken, ampirik kanıtlar demokrasilerin genel olarak daha az savaşa eğilimli olmadığını göstermektedir. Teorinin demokrasiler arasındaki barışçıl ilişkilere odaklanması, onların demokratik olmayan devletlerle çatışmalara katılımlarını hesaba katmamaktadır. Bu anlamda teorinin varsayımları, uluslararası ilişkilerin karmaşıklığı ve demokratik geçişlerin gerçekleri ile sarsılmakla birlikte barış ve çatışma çalışmalarına yönelik daha incelikli yaklaşımlara ihtiyaç olduğunu düşündürmektedir. Çalışmamızda DPT’nin bir tür biyopolitikaya dönüşüp dönüşmediği tartışılmakta, eğer böyleyse sonuçlarının ne olduğunu ve bunun Batı, demokrasiler, terörizm ve toplumlar için ne anlama geldiği açıklanmaya çalışılmaktadır. Başta Rusya-Ukrayna savaşı olmak üzere çeşitli vaka çalışmaları ve bakış açıları göz önünde bulundurularak, DBT’nin çağdaş çatışma bölgelerindeki uygunluğu ve zorlukları araştırılmakta ve teorinin sınırlamaları tartışılmaktadır.

MARDİN BİLİMSEL ARAŞTIRMALAR VE İNOVASYON KONGRESİ, 2024
Küresel jeopolitik alanındaki son gelişmeler ve dalgalanmalar, enerji güvenliğinin dinamiklerini ... more Küresel jeopolitik alanındaki son gelişmeler ve dalgalanmalar, enerji güvenliğinin dinamiklerini derinden etkilemiştir, özellikle birincil enerji tedarik aracı olarak fosil yakıt kaynaklarına yoğun bir şekilde bağımlılık gösteren coğrafi bölgelerde. Rusya ve Ukrayna arasında devam eden çatışma, enerji piyasalarında önemli aksaklıklar yaratan ve dünyanın dört bir yanındaki ülkeleri, gelişen duruma yanıt olarak enerji güvenliği çerçevelerini eleştirel bir şekilde yeniden değerlendirmeye ve stratejik olarak yeniden düzenlemeye zorlayan çok önemli bir olay olarak ortaya çıkmıştır. Bu jeopolitik istikrarsızlık durumu, enerji fiyatlarında yukarı doğru bir yörüngeyi hızlandırmış ve yerleşik tedarik zincirlerinde önemli kırılmalara neden olmuştur. Bu durum sadece çeşitlendirilmiş enerji kaynaklarının değil, aynı zamanda bu tür şoklara dayanabilecek esnek ve uyarlanabilir altyapının kurulması için de acil gerekliliğin altını çizmiştir. Ayrıca, yenilenebilir enerji kaynaklarına geçiş, uluslararası işbirliği ve ortaklıkların teşvik edilmesiyle birlikte, enerji güvenliği ile ilişkili bu doğal riskleri azaltmada hayati önlemler olarak yaygın olarak kabul edilmiştir. Jeopolitik risklerin tipik olarak enerji güvenliği alanında sunduğu zorluklara ek olarak, bu risklerin aynı anda enerji sektöründe yenilik ve dayanıklılık için katalizör görevi görebileceğini belirtmek önemlidir. Gerçekten de, çeşitli çalışmalar ve analizler, artan jeopolitik gerilimlerin olduğu dönemlerin, daha sağlam ve uyarlanabilir enerji altyapılarının geliştirilmesine yatırım yaparak ve enerji portföylerini daha geniş bir kaynak yelpazesini içerecek şekilde çeşitlendirerek ülkeleri enerji dayanıklılıklarını artırmaya teşvik etme eğiliminde olduğunu göstermiştir. Bu etki, jeopolitik faktörler ve enerji güvenliği arasında var olan ilişkinin karmaşık ve çok yönlü doğasını vurgulamakta ve böylece hem jeopolitik gerilimlerin yarattığı acil tehditleri hem de enerji uygulamaları ve politikalarında uzun vadeli sürdürülebilirliğin kapsayıcı zorunluluğunu dikkate alan dengeli ve nüanslı bir yaklaşıma duyulan kritik ihtiyacı göz önüne sermektedir.

17. EJONS CONGRESS, 2024
The integration of artificial intelligence (AI) into military operations encompasses a wide range... more The integration of artificial intelligence (AI) into military operations encompasses a wide range of functions that increase operational efficiency and battlefield capabilities, including intelligence analysis, autonomous weapons, cybersecurity, and decision-making support. The militarization of AI has significant implications for global security and stability, especially with the emergence of robotic armies.
The emergence of autonomous military drones has significantly changed global military strategies by improving defensive and offensive capabilities. Equipped with advanced technologies such as artificial intelligence and robotics, these vehicles offer cost-effective and precise solutions for various military operations. Regarding international relations, armies equipped with these technologies have complex effects covering security, diplomacy, and global governance. In addition to the transformative impact they create in global security dynamics, there are also ethical, legal, and strategic challenges. The role of autonomous vehicles in decision-making, which offers transformative advantages in military operations, also brings new uncertainties, such as technical failures that can lead to miscalculations and escalation in crises. The advancement of new military technologies, such as armed drones, militarized robots, and autonomous weapons, which often fight indiscriminately between civilians and combatants, has led to severe debates about their legality and the need for new regulations under international humanitarian law (IHL). Discussions on this issue at the United Nations have raised questions about whether such weapons comply with existing laws, require special surveillance, and are morally acceptable even if they comply with the law.
The study focuses on how robotic armies affect traditional warfare tactics and military alliances, highlighting the urgent need for international legal regulation. It highlights significant concerns about preserving basic human principles and ethical standards regarding the use of autonomous robots in potential and existing wars.
Books by Gülşah Özdemir

TP LONDON
Throughout history, regional and international threats have led to changes in the world order. In... more Throughout history, regional and international threats have led to changes in the world order. In today's world, direct or indirect threats caused by climate change necessitate the cooperation of all international actors, including states. States can sometimes mobilize international awareness regarding global climate change with the policies they follow at the national level. Generally, state reactions only to national priority practices reveal new responsibilities.
It is not difficult to determine that various climate-related crises that will occur in the foreseeable future may lead to a radicalization in the understanding of sovereignty in the world. Throughout the millennium, the negative consequences of climate change will gradually lead to challenges in areas under the responsibility of nation-states in almost every part of the world, in some places more and less in some places. For example, considering that the average sea level will rise between 0.26 and 0.82 meters by the end of the 21st century, it will threaten the territorial sovereignty of many island states. Again, considering the possibility that a non-negligible number of people may leave their homes due to climate-related problems by the middle of the millennium, migration and asylum problems starting today will create more sovereignty problems.1
In the last decade, when the adverse effects of climate change, which can be defined as the long-term change in average weather events globally and regionally, were felt the most, this crisis poses a significant threat to state sovereignty and world order, primarily by increasing the pressure on the natural resources that sustain the nation-state. As stated in the Intergovernmental Panel on Climate Change (IPCC)2, climate change may have adverse effects on the territorial
integrity of the state and even its ability to become a state, as well as on ensuring security on land due to disasters such as desertification, changing the structure of the soil with floods, and hurricanes. The United Nations defines climate change as a threat multiplier because it triggers the risk of migration and conflict. The impossibility of combating the adverse effects of climate change on a governmental basis necessitates the cooperation of international partners, including the United Nations, in taking measures.
Our study focuses on the thesis that the climate crisis that will occur, considering the increasing border disregard, will increase all kinds of pressure on states' natural resources and pose severe threats to national sovereignty and peaceful world order. The main starting point is to investigate the arguments that the regulations that are put into effect and are likely to be implemented through global climate action will limit the sovereign status of states.
Uploads
Papers by Gülşah Özdemir
Bu tür uygulamaların sonuçları, medyanın küresel çatışma algılarını şekillendirmedeki rolü ve bu görsel anlatıların diğer uluslardan gelen diplomatik ve askeri tepkileri nasıl etkileyebileceği konusunda önemli soruları gündeme getirmektedir. Bu nedenle, imaj savaşı çalışması, modern çağda medya, çatışma ve uluslararası ilişkilerin kesişimini anlamakla ilgilenen bilim adamları ve uygulayıcılar için önemli bir araştırma alanı olarak ortaya çıkmaktadır.
ABD, Çin ve Rusya gibi büyük güçlerin önderlik ettiği küresel yapay zeka yarışı, yapay zekanın ulusal prestij ve gücü öne sürmede stratejik öneminin altını çizmekle birlikte potansiyel olarak uluslararası sistemdeki güç hiyerarşilerini de yeniden tanımlamaktadır. Hem akademisyenler hem de politika yapıcılar, AI'nın tamamen öngörülemeyen dönüşümler başlatmak yerine uluslararası politikadaki eğilimleri hızlandırma ve şiddetlendirme açısından potansiyelini arttırdığını belirtmektedir. Bu teknolojinin etkin bir güç olarak rolü, askeri, savunma, ticaret ve diplomasi alanındaki uygulamalarında daha belirgin haldedir ve küresel güç dengesini ve savaşın doğasını etkileme kapasitesi mevcuttur.
Uluslararası kuruluşlar, devletlerin yapay zeka teknolojilerinin etkilerini yönetme konusundaki kolektif çabalarını yansıtan yapay zeka normlarını ve yönetişimini şekillendirmede çok önemli bir rol oynamaktadır. Bununla birlikte, yapay zekanın hızlı gelişimi, geleneksel diplomatik uygulamalara da güncellemeler getirerek, giderek artan yapay zekanın egemen olduğu bir dünyada uluslararası politika ve ilişkilerin geleceği hakkında soruları karşımıza çıkarmaktadır
yığınla işbirliği ve ittifak ile doludur. Devletlerin oluşturduğu ittifak şekillerini etkileyen temel unsurlardan bir
tanesi olan ortak tehdit algılaması veya ortak tehdidin varlığı; aynı zamanda tarafların karşılaştığı sorunlar ve
birbirleriyle yaşadıkları krizleri anlamlandırma noktasında da önemli veriler sunabilmektedir. İki ülkenin karşı
karşıya olduğu krizler ekseninde değerlendirildiğinde siyasi karar vericilerin tehdit ve güvenlik algılamaları,
söylemsel tutum ve etkileri ile kamuoyu yaratma şekilleri, ittifak ilişkileri bakımından devletleri mevcut ittifak
paradigmasını sorgulamaya zorlayabilmektedir. Bu bağlamda, Türkiye’nin ABD ile 1952 senesinde NATO
üyeliği ile temelleri atılan müttefiklik ilişkisinin Soğuk Savaş boyunca küçük sarsıntılara rağmen ittifakın
doğasına uygun bir profil çizdiği görülmüştür. Soğuk Savaş sonrası ortamında da iki müttefikin ikili ve bölgesel konularda büyük ölçüde paralel politikalar benimsediği tespit edilebilir. Ancak 11 Eylül sonrası yaşanan
kırılmalar ve krizler, iki müttefikin karar vericileri etkisinde şekillenen tehdit ve ittifak algılamalarındaki
farklılıklar,Türk-Amerikan ittifakında paradigmik değişimi zorlamaya devam etmektedir. İki ülke arasında
erozyona uğrayan ‘stratejik ortaklık’ ekseninde ittifak ilişkisinin niteliğindeki dönüşümü, ABD ulusal güvenlik
strateji belgeleri ile siyasi aktörlerin söylemleri ışığında güvenlik ve tehdit algılamalarındaki farklılaşmaları
ortaya koyarak görmek mümkün olabilecektir. Bildirinin temel odak noktası Türk Amerikan ittifakının içerik
ve model anlamında hangi yönde ve nasıl bir dönüşüm geçirdiğidir ve bu dönüşüm 2003 sonrası yaşanan bölgesel krizler ve karşılaşmalar çerçevesinde değerlendirmeye çalışılmaktadır. Bu anlamda “stratejik” veya “model” ortaklık ekseninden sapmaların, iki devlet arasındaki ilişkilerdeki güvenlik temelli paradigma değişimine
ve ilişkilerin konumlandığı yeni çerçeveye yönelik eleştirel bir analiz yapılmaktadır.
Anahtar Kelimeler: İttifak İlişkileri, Stratejik Ortaklık, Türk-Amerikan İttifakı, Türk Dış Politikası, Ulusal
Güvenlik
After the breaking down of the Soviet Union, communism which was the contrary regime of the West collapsed, East Germany and Federal Germany united and the Eastern Bloc countries like Bulgaria Czechoslovakia (divided as the Czech Republic and Slovakia), Hungary, Poland, and Romania, by leaving from the Soviet Union countries like Estonia, Letonia and Litvania entered in the process of the participant of the European Union. In this Process, the West has needed a new contrary to continue its own structuring. Not taking so long time to seek for a new contrary, after a while, Islam has taken the place of communism. This new contrary has not been very new for the West, historically. Even if Islamic formations in Algeria, Egypt, Afghanistan and Iran triggered the Western fear of Islam, especially 2001, September 11 would become the turning point against the Western perception of Muslim in the world. The claim that the attacks against the Twin Towers had been occurred by the name of Islam, not only increased the enmity of Islam but also brought nearly 2 billion Muslim World under suspicion. Being democratic, secular and constitutional state with its great amount of Muslim population, Turkish Republic’s attitude against Islamophobia is of course seemed to be significant for taking a constructive role into the World stage and becoming a role model for Muslim countries which has been governed by dictates.
Conference Presentations by Gülşah Özdemir
Ulusların tarihsel geçmişlerinde maruz kaldıkları travmatik olaylar, onun güvenlik önceliklerini ve diğer uluslar ile ilişkilerini etkileyerek dış politika kararlarını önemli ölçüde yönlendirebilmektedir. Bu anlamda tarihi ve kollektif travmalar, günümüzde ulusların toplumsal dayanıklılık ve uzlaşma potansiyelini etkileyebilmekte; küresel sahnedeki devletlerarası etkileşimlerinde ve güncel güvenlik meselelerinde travmaların etkilerinin daha belirgin hale geldiği görülmektedir. Travmanın nesiller arası aktarımı ise hem bireysel hem de kolektif karar verme süreçlerini etkileyerek farklı şekillerde tezahür edebilmektedir. Öyle ki, Holokost İsrail'in dış politikası, güvenlik stratejilerini ve diğer uluslarla olan etkileşimlerini şekillendirirken, benzer şekilde, sömürgeciliğin travması sömürge sonrası ülke kimliği noktasında Hindistan, Afrika ve Latin Amerika gibi ülkelerin dış politika kararlarını etkilemeye devam etmektedir. Ülkelerin soykırım ve sömürgecilik gibi geçmiş travma kaynaklarının gelecekteki güvenlik algıları ve dış politika kararları üzerindeki etkisini araştırdığımız çalışma, “seçilmiş travma” teması üzerinden, tarihsel yenilgiler gibi geçmiş şikayetlerin çağdaş saldırganlığı haklı çıkarmak için nasıl harekete geçirilebileceğini de ele almaktadır.
Tarihsel mirasların çağdaş güvenlik politikası oluşturmayı nasıl etkilediğini ortaya koyma noktasında, devletlerarası hakikat ve uzlaşma komisyonları gibi çabalar önem arz etmektedir. Böylesi bir yaklaşım toplumların geçmişleriyle uzlaşmalarına yardımcı olarak daha güvenli ve uyumlu bir gelecek inşasını teşvik edebilecektir. Bununla birlikte, siyasi kazanç için tarihsel anlatıların manipüle edilmesi, bu çabaları baltalayabilecek bir güvenlik sorunu yaratabilecektir
The emergence of autonomous military drones has significantly changed global military strategies by improving defensive and offensive capabilities. Equipped with advanced technologies such as artificial intelligence and robotics, these vehicles offer cost-effective and precise solutions for various military operations. Regarding international relations, armies equipped with these technologies have complex effects covering security, diplomacy, and global governance. In addition to the transformative impact they create in global security dynamics, there are also ethical, legal, and strategic challenges. The role of autonomous vehicles in decision-making, which offers transformative advantages in military operations, also brings new uncertainties, such as technical failures that can lead to miscalculations and escalation in crises. The advancement of new military technologies, such as armed drones, militarized robots, and autonomous weapons, which often fight indiscriminately between civilians and combatants, has led to severe debates about their legality and the need for new regulations under international humanitarian law (IHL). Discussions on this issue at the United Nations have raised questions about whether such weapons comply with existing laws, require special surveillance, and are morally acceptable even if they comply with the law.
The study focuses on how robotic armies affect traditional warfare tactics and military alliances, highlighting the urgent need for international legal regulation. It highlights significant concerns about preserving basic human principles and ethical standards regarding the use of autonomous robots in potential and existing wars.
Books by Gülşah Özdemir
It is not difficult to determine that various climate-related crises that will occur in the foreseeable future may lead to a radicalization in the understanding of sovereignty in the world. Throughout the millennium, the negative consequences of climate change will gradually lead to challenges in areas under the responsibility of nation-states in almost every part of the world, in some places more and less in some places. For example, considering that the average sea level will rise between 0.26 and 0.82 meters by the end of the 21st century, it will threaten the territorial sovereignty of many island states. Again, considering the possibility that a non-negligible number of people may leave their homes due to climate-related problems by the middle of the millennium, migration and asylum problems starting today will create more sovereignty problems.1
In the last decade, when the adverse effects of climate change, which can be defined as the long-term change in average weather events globally and regionally, were felt the most, this crisis poses a significant threat to state sovereignty and world order, primarily by increasing the pressure on the natural resources that sustain the nation-state. As stated in the Intergovernmental Panel on Climate Change (IPCC)2, climate change may have adverse effects on the territorial
integrity of the state and even its ability to become a state, as well as on ensuring security on land due to disasters such as desertification, changing the structure of the soil with floods, and hurricanes. The United Nations defines climate change as a threat multiplier because it triggers the risk of migration and conflict. The impossibility of combating the adverse effects of climate change on a governmental basis necessitates the cooperation of international partners, including the United Nations, in taking measures.
Our study focuses on the thesis that the climate crisis that will occur, considering the increasing border disregard, will increase all kinds of pressure on states' natural resources and pose severe threats to national sovereignty and peaceful world order. The main starting point is to investigate the arguments that the regulations that are put into effect and are likely to be implemented through global climate action will limit the sovereign status of states.